Ana sayfa
Free Web Hosting

Emperyalist saldırganlık ve yayılmacılık kıskacında

KIBRIS

Hedefi dünya üzerinde komünizmin kurulması olan işçi sınıfının ulusal düşmanlıklardan, ulusal baskıdan çıkarı yoktur. Yalnızca işçi sınıfı enternasyonalisttir ve tutarlı olarak halkların, ulusların eşitliğinden, kardeşliğinden yanadır.

 

 

Kıbrıs, dünya çapında çıkar çatışmalarının odağı Ortadoğu’nun hemen yakınında, doğu Akdeniz’in ortasında stratejik coğrafi konumuyla kendi fiziksel büyüklüğüyle orantılı olmayan bir öneme sahip. Etkinlik alanlarına ve fiili ve potansiyel çatışma bölgelerine hızla erişim bakımından eşsiz değerde bir stratejik askeri üs konumuna, kıtlaştıkça değerlenecek temiz suyun naklinde üstlenebileceği işlev ile petrol ve doğalgaz aramaları açısından gösterilmeye başlanan ilgi eklendiğinde, Kıbrıs’ın, nüfusuna ve yüzölçümüne göre kat kat fazla önemi ortaya çıkar. Yoksul toplulukların yaşadıkları topraklarda değerli maddeler bulunduğunda başlarına gelenler ve bir taraftan şans diğer taraftan şanssızlık olarak adlandırılan kaderleriyle de benzeştirilebilecek bu durum, bu küçük adanın insanlarının omuzlarına dünya çapında büyük yükler yüklenmesi anlamı da taşır.

İngiltere’nin sömürgesi olmadan önce Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan Kıbrıs’ta sömürgeciliğe karşı mücadele içerisinde hareket ulusal boyutlar kazanırken milliyetçilik de gelişmişti. Anti-sömürgeci mücadele içerisinde, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rumlar harekete damgasını vururken İngiltere’nin diğer sömürgelerindeki mücadelelerde de görüldüğü gibi azınlık nüfusa, Türklere statüko savunucusu, işbirlikçi bir rol yükleniyordu. Sömürgeciliğe karşı mücadele içerisinde ortaya çıkan bu bölünme ve ada nüfusunu oluşturan iki toplumda da milliyetçiliğin gelişmesi, Rum - Türk çatışmasının zeminini döşüyordu.

Kıbrıs’ın bağımsızlığını kazanması ve İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde ve toplumlar birliği biçiminde bir cumhuriyetin oluşturulması da etnik çatışmanın ortadan kalkmasını sağlamadı. İki tarafta da şoven milliyetçiliğin körüklediği çatışma ortamı, Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının desteğini almayı amaçlayarak Makarios hükümetini deviren Samson darbesiyle en üst boyuta tırmandı. Bu sırada Kıbrıs’ın anayasal düzenine garantörlüğünü ileri süren Türkiye, Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini korumak gerekçesiyle adaya askeri müdahalede bulundu; Samson kaçtı, darbe sonuçsuz kaldı. İki askeri harekat sonucunda Kıbrıs’ın üçte birindeki Rum nüfusun malını, mülkünü bırakıp güneye kaçmasına neden olan Türkiye, kalıcılaştırdığı askeri işgali altındaki Kuzey Kıbrıs’ta KKTC adını alan işbirlikçi yönetimini oluşturur, bölgeyi ekonomik olarak kendi uzantısına dönüştürürken Türkiye’den getirdiği on binlerce yerleşimciyi de bu topraklara yerleştirdi. Uluslararası düzeyde meşru Kıbrıs hükümeti olarak tanınan Güney Kıbrıs ile tanınmayıp ambargoyla tecrit edilen KKTC biçiminde adanın bölünmüşlüğü, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gündeme gelmesine kadar sürdü.

Kıbrıs’ın bağımsızlığında soğuk savaşın dengeleri, ölümcül bir mücadele içerisine giren güçlerin birbirlerinin karşısına dikilmelerinin dolaylı olarak yarattığı manevra alanı rol oynamıştı. İngiltere, askeri üslerini korumayı başarıp karşılığında Kıbrıs’ın bağımsızlığını tanımıştı. Adanın kaderinde, üzerinde yaşayanların etkisi belirleyici önemde olmakla birlikte, bölge ve hatta dünya politikaları açısından sahip olduğu konum nedeniyle Kıbrıs, emperyalist güçlerin ve Yunan ve Türk yayılmacılığının etkinlik alanı mücadelelerinin hedefidir. Buna bağlı olarak Kıbrıslıların çıkarları, etkinlik mücadelesi içindeki güçlerin çıkarları tarafından gölgelenmekte, arkaya itilmektedir. Bu güç odaklarının çıkarları, ada üzerinde belirli kesimlere benimsetilip ileri sürüldüğü noktada da, Türk olsun Rum olsun Kıbrıslıların gerçek çıkarlarını ifade eden, buna uygun düşen tutumların, çözümün ayırt edilmesi zorlaşmaktadır.

Bugün yine çözüm tartışmaları içerisinde, Kıbrıs üzerinde niyetler, hedefler, politikalar sahibi olan emperyalist ve yayılmacı güçlerin çıkarları, Kıbrıslıların çıkarlarının önüne geçmektedir. Dünya ölçeğinde imparatorlukçu politikalar güden ve eski bölünmeleri, çatışmaları, sorunları bir biçimde tasfiye ederek dünyanın yeniden düzenlenmesine çalışan ABD emperyalizmi, Ortadoğu’ya saldırı üssü olarak yararlanmak amacıyla, Kıbrıs’ın istikrara sahip biçimde ‘Batının üyesi’ olmasından yanadır. Emperyalist AB de benzer nedenlerle Kıbrıs’ı kendi içine alırken, iç çelişki ve sorunlarla zayıf düşmeme hedefli bir iç uyum doğrultusunda Kıbrıs sorununun çözümlenmesini, bir sorun kaynağı olmaktan çıkmasını tercih etmektedir. Buna karşılık emperyalizmin bölgedeki işbirlikçileri olarak Türkiye ve Yunanistan, bir taraftan bu emperyalist politikalar içerisinde kendilerine roller aradıkları ölçüde, çözüm adına öne sürülen emperyalist dayatmalarla uyumlulaşmaya çabalarken, öbür taraftan da bir diğerine karşı konumunu güçlendirmek için uğraşmaktadırlar. Bu çerçevede, Türkiye’nin yayılmacı, bölgesel güç olma politikalarının savunucusu milliyetçilik açısından Kıbrıs, üçte bir kadar oranda bir parçası ele geçirilmiş ve nüfuz bölgelerini genişletmek, yeni alanlar elde edebilmek için vazgeçilmemesi gereken bir konumdadır. Bunun karşısında aynı milliyetçi politikanın Yunanistan’daki izdüşümü de, kendi güvenliği için Türkiye’nin yayılmacılığının engellenmesi, geriletilmesi ve kendisinin güçlenip etkinlik alanını artırması hedefine yönelik bir çözümün Kıbrıs adına öne sürülmesi olmaktadır.

ABD ve AB’nin de, Türkiye ve Yunanistan’ın da, Kıbrıs’ta çözüm adına öne sürdükleri, bunlar ne kadar Kıbrıslılar ya da bir kesimi adına ileri sürülürse sürülsün, aslında kendi çıkarlarıdır. Kıbrıslıların çıkarlarının savunulması görüntüsüyle örtülmeye çalışılsa da, bunlar adanın insanlarının gerçek çıkarlarının ifadesi değildir. Bu da politik gelişmelerin dönemeçlerinde çeşitli biçimlerde kendisini göstermektedir.

Oysa çözüm aranırken öncelikle ele alınması, temel alınması gerekenler, Kıbrıs’ın, Kıbrıslıların çıkarlarıdır; adanın insanlarının diğer güçlerden, ‘yabancılardan’ ayrı olarak kendi istemlerini ileri sürmeleri, özgür iradeleriyle bunu ortaya koymaları, kaderlerini belirlemeleridir. Kendi kaderini tayin etme iradesinin öznesi, ulus biçimini almak durumunda olduğundan, kaderini belirleme hakkının somut ifadeler kazanması, ulusal niteliklerin gelişme derecesiyle, uluslaşma doğrultusundaki süreçlerle bağlantılıdır. Adada yaşayanların bir yandan Yunanistan ya da Türkiye ile, ‘anavatanlar’ ile ortak ulusal özelliklerinin, diğer yandan Kıbrıs’a özgü niteliklerinin bulunması, bu iki yanın birbirine göre ağırlıkları ve aralarındaki ilişkinin gelişimi, Kıbrıs sorununun, Kıbrıslıların kendi çıkarları doğrultusunda kaderlerini belirlemelerine yönelik olarak ulusal formasyon, biçimlenme boyutu temelinde ele alınması açısından özel bir önem taşır.

Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ulusal devletlerin doğduğu dönemde Kıbrıs’ın İngiltere’nin sömürgesi olması, onu ‘anavatanlardan’ ayrı bir toprak parçası olarak bıraktı. Ulus özelliklerinden biri olarak toprak birliğinin bulunmaması, Kıbrıs’ın ‘anavatan’ ile birlikte uluslaşmasını engelleyici, kendine özgü özellikler taşımasını güçlendirici bir etken oldu. Buna karşılık sömürgeciliğe karşı mücadele içerisinde kurtuluş biçimi olarak ‘enosis’, Yunanistan’la birleşme talep edilmesinin etkisi de aksi yöndeydi, Rum nüfusun Yunanistan’la ulusal bağlarının güçlendirilmesi yönündeydi. Azınlıktaki Türk nüfusun, enosis talebinin karşısında aldığı konum, onu sömürgeciliğin, İngiltere’nin hakimiyetinin sürdürülmesinin savunuculuğuna iterken, ‘taksim’, adanın Yunanistan ve Türkiye arasında paylaşılması talebi de, enosis talebine tepki olarak ileri sürülüyordu. Ancak gerçekleşen, enosis veya taksim değil, bağımsız Kıbrıs oldu. Çoğunluk Rum ve azınlık Türk toplumlarının bir birliği biçimindeki bu bağımsız cumhuriyet, uluslaşma süreci açısından da anavatanlardan bağımsız bir Kıbrıs halkının şekillenmesine karşılık düşüyordu.

Kıbrıs hükümetine yönelik darbenin ardından Türkiye’nin askeri harekatı ve işgali, süreci kesintiye uğratıp onun farklı bir yönde ilerlemesine neden oldu. Rum çoğunluk ve Türk azınlık tüm ada topraklarına yayılıp iç içe geçmişken, işgal, ada topraklarının güney ve kuzey olarak Rumlar ve Türkler arasında bölünmesine, birbirinden ayrılmış Rum ve Türk bölgelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Geçişlerin bile engellendiği bu ayrılmış bölgeler üzerinde ise, yine ulusun belirleyici özelliklerinden toprak birliği temelinde, süreç, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin anavatanlardan ayrı olmaya ek olarak birbirlerinden de ayrı uluslaşmalarına yöneldi. Sürecin bu yönde ilerlemesi, askeri müdahalenin ve işgalin sonucudur, silah zoruyla kuzeydeki Rum çoğunluğun malını, mülkünü bırakıp güneye kaçmasını, Türkiye’den getirilen yerleşimcilerin onların yerine yerleştirilmesini içerir; bu anlamda haksız ve gayrı meşrudur. Öte yandan otuz yıldır varlığını sürdüren bu koşullar bir gerçeklik olduğu ölçüde de Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk halklarının birbirlerinden ayrı oluşumu, şekillenmesi yönünde etkide bulunmaktadır.

Bugün çözüm arayışının gündeme gelmesinde ve buna karşı alınan tutumlarda, yaşanan tarih ve bu süreçte Rum ve Türk Kıbrıslılar kadar ‘anavatanların’ ve emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusundaki etkinlik çabaları ve mücadeleleri rol oynamaktadır. Adanın üçte birinin Türkiye tarafından askeri işgali, kuzeydeki Rumların topraklarını bırakıp güneye kaçmaları ve yerlerine Türkiye’den yerleşimciler getirilmesi sonucunda, Kıbrıslı Rumların sorunun çözümü için bütün bu dönem boyunca öncelikli talebi, Türk askerinin ve yerleşimcilerin adayı terk etmesi ve sürgünlerin topraklarına dönmesi oldu. Buna karşılık Kıbrıslı Türklerin bir talebi, azınlıkta kalan toplum olarak taciz ve zulme karşı güvenlik olurken, bunu gerekçe olarak kullanan Türkiye ise, yayılmacı bir biçimde etkinlik alanını genişlettiği Kıbrıs’taki varlığını –dünya ölçeğinde gayrı meşru görülmesine rağmen– sürdürmekten yana oldu. Türkiye’nin işbirlikçisi bir kesimin yanısıra, Kıbrıslı Türklerin genel olarak yerleşimcilerle ve Türkiye’nin adadaki askeri varlığıyla çelişkileri ise, işgale karşı bir tutumun kuzeyde de gelişmesine karşılık düşüyordu.

Temel olarak, bir yanda Kıbrıslı Rumların Türkiye’nin işgalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması, bunun karşısında da Türkiye’nin adadaki varlığını koruma doğrultusundaki tutumlarının belirleyiciliğinde, Kıbrıs’ın durumu otuz yıl boyunca değişmedi. Ancak AB’nin genişleme süreci sırasında, emperyalistler tarafından, kendi müttefiklerinin, ‘Batının’ iç çelişkilerini azaltarak emperyalist saldırganlık cephesini güçlendirmek amacıyla, Kıbrıs sorununun çözülmesi için AB’nin genişlemesinden yararlanılması gündeme getirildi. Elde edilecek sonuçtan kendi çıkarına yararlanma amacı çeşitli taraflarca korunsa da, ABD ve AB’nin ortaklaştıkları çözüm isteği, BM girişimi olarak ileri sürüldü ve Annan Planı ortaya çıktı.

Çözüm girişiminin karşısındaki en büyük direnç, Türkiye’nin Kıbrıs’taki silah zoruna dayanan varlığını sürdürmekteki ısrarıydı. Bunu kırabilmek için, Türkiye’nin, Kıbrıs’ı içerdiğinde AB toprakları üzerinde işgalci durumuna gelip aynı zamanda da AB’ne katılma isteği arasındaki çelişki vurgulandı. Bir yandan bu girişime karşı tepkiler yükselir ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki işgalci konumunu korumaktan yana çeşitli milliyetçi politikalar hala sürerken, AKP hükümeti, Türkiye’nin AB’ye girmesi talebinin savunuculuğuyla emperyalist güçlerin politikalarına uyuma yöneldi. Kıbrıslı Türkler de çözüm isteyenler tarafına geçip Türkiye’nin adadaki varlığı için bu defa Türkiye’nin kendi güvenliği gerekçesi ileri sürüldüğünde, bu politikanın yayılmacı karakteri –askeri müdahaleden beri ileri sürülen Kıbrıs Türk toplumunu koruma gerekçesinin sahteliğiyle birlikte– açıkça ortaya çıkıyordu.

İşgal ve adanın fiilen bölünmesi sonrasında çözüm için, Rum tarafı, işgalin ve bölünmenin son bulması ve yeniden iki toplumu birleştiren Kıbrıs Cumhuriyetine dönülmesini savunuyordu. Buna karşılık Türk tarafı, güvenlik gerekçesiyle iki bölgeli federal bir çözüm talep ediyordu. Annan Planının oluşturulup son haline kadar getirildiği süreçte de –statükoyu savunup çözüme karşı direnen tarafın Türk tarafı olması nedeniyle– razı edip getirilen çözümü kabul ettirebilmek amacıyla, Türk tarafının taleplerine ağırlık verildi. Rum tarafının savunduğu gibi çoğunluk ve azınlık toplumları birleştiren değil, Türk tarafının savunduğu gibi iki bölgeli federal bir çözüm planı hazırlandı. İkna etmek için Türk tarafının taleplerine ağırlık verirken Annan Planı o kadar ileri gitti ki, bu defa başından beri çözüm talebeden Rum tarafını karşısına aldı.

Kıbrıslıların çıkarlarından çok emperyalistlerin kendi ‘arka bahçelerinde’ istikrar arayışlarının ürünü olan Annan Planı, sorunun taraflarının karşıt çıkarlarını uzlaştırmak adına tutarsızlığa düşme tehlikesine varacak kadar çelişkileri kendi içine taşımış gibidir. Çözümün Kıbrıslıların oylarıyla kararlaştırılmak durumunda olması, aslında Kıbrıslıların çıkarlarının reddedilemez belirleyici konumunun bir göstergesidir. İki kesimde iki ayrı referandumun yapılması ise, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin ayrı ayrı kendi kaderlerini tayin etmeleri demektir. İki ayrı referandumun tüm taraflarca kabulü, aynı zamanda askeri müdahaleyle başlayan otuz yıllık dönemde ortaya çıkan sonucun bir gerçeklik olarak tanınmasına karşılık gelir. Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin ayrı referandumlarla kaderlerini birbirlerinden ayrı belirlemeleri, kaderini tayin hakkının öznesi olarak iki halkın varlığı anlamını da taşıyabilir. Ama Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk halklarından söz etmekten kaçınan plan, tersine, önerdiği yeni durumu ‘bölünmez bir ortaklık’ olarak niteleyerek oluşturulacak bu durumda, ayrılma da dahil, her türlü tek yanlı değişikliği yasaklamıştır. Ayrılma hakkının tanınmadığı bir kendi kaderini tayin hakkı olamayacağına göre, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler ayrı halklar olarak tanınmamış ve girmekte özgür ama çıkmakta yasaklanmış oldukları, gönüllü mü zorunlu mu olduğu tartışmalı bir birlikle, dolayısıyla bir anlamda tutarlı olmayan bir çözümle karşı karşıya bırakılmışlardır.

Planın tutarsızlık ya da iç çelişkileri, iki tarafın karşıt taleplerini, kaygılarını cevaplamak üzere hazırlanmasından ileri gelmektedir. Türk tarafının istediği gibi İsviçre modelini temel alarak bunu açıkça belirten plan, dışişleri, maliye, doğal kaynaklar, iletişim gibi sınırlı görevler dışında devlet işlevlerini büyük oranda Rum ve Türk kurucu devletlerine bırakarak oldukça gevşek bir federal yapı tanımladığı ölçüde, Rum ve Türk toplumlarından oluşan tek bir Kıbrıs halkı tezinin tersine, adada iki ayrı halkın varlığını tanımaya çok yaklaşmıştır. Planda, Türk tarafının kimliğini koruma kaygılarını cevaplamak adına Rum sürgünlerin topraklarına dönüşüne ve mülklerini geri almalarına sınırlamalar konmuş, ayrıca Türkiye’den gelen yerleşimcilerin adada kalması büyük oranda kabul edilmiş ve yine Türk tarafının istediği gibi, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşunda Yunanistan, Türkiye ve İngiltere ile yapılmış olan Kuruluş, Garanti ve İttifak Anlaşmaları yürürlükte bırakılarak Türkiye’nin askeri müdahalesine ve işgaline gerekçe olan anavatanların garantörlüğü devam ettirilmiştir.

Bütün bunlara ek olarak plan, AB’ye katılım biçiminde somutlanmış ve ileri sürülmüşken, Türk tarafının kaygılarını cevaplamak adına güneye kaçan Rum sürgünlerin kendi topraklarına geri dönmelerine, mülklerini geri almalarına sınırlamalar koyarak AB’nin en temel hedefleri olarak savunulan dolaşım özgürlüğünü, mülkiyet hakkını sınırlamak gibi abese varan bir sonuca ulaşmıştır. Öte yandan 14 yılı bulan bir geçiş dönemiyle Yunanistan ve Türkiye’nin adadaki askeri güçlerini sınırlı ölçülere çekmeyi ve yedekler, yarı-askeri güçler dahil hiçbir askeri güç bulundurmasına izin vermeyerek Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetini bütünüyle silahsızlandırmayı öngören plan, bir miktar topraklarını daraltmanın ötesinde İngiltere’nin askeri üslerini adadan kaldırmaya kalkışmamıştır. Emperyalizmin hedefleri ve Kıbrıs’a biçtiği rol göz önünde tutulduğunda, bugün Annan Planıyla Kıbrıslıların silahlanması yasaklanırken yarın adaya NATO üyeliğinin dayatılması da şaşırtıcı olmaz.

Silah zoruyla elde edip otuz yıldır koruduğu konum, statüko yerine çözümü kabul etmeye razı edebilmek için fazlasıyla Türk tarafının taleplerine ağırlık veren Annan Planı, bu defa işgalden beri çözüm isteyen Rum tarafını karşısına aldı. Rum tarafının Türkiye’nin planın yükümlülüklerini uygulaması, askerlerini adadan çekmesi konusundaki kaygılarını cevaplamak üzere, ABD ve İngiltere’nin BM Güvenlik Konseyine sunduğu tasarıyı Rusya’nın veto etmesiyle, bütün bunlara bağlı olarak milliyetçiliğin de yükselişe geçtiği Rum kesiminden “evet” çıkması şansı kalmadı. Annan Planı, Türk kesiminin yüzde 65 “evet” oyuna karşılık Rum kesiminin yüzde 76 “hayır” oyuyla reddedildi. Daha önce referandumun kendisi için de güven oylaması olacağını ifade eden Denktaş, Türk kesiminin referandumda aldığı tavra rağmen, pişkinliğe vurup istifa etmeyeceğini açıklarken, Kıbrıs Cumhuriyeti ise, topraklarının üçte biri denetimi dışında, diğer bir ifadeyle yabancı işgal altında, AB’ye katılıyordu. Türk tarafı, Türkiye, çözüm doğrultusunda uyumlu tutumu nedeniyle övgüyle karşılanıyor, öte yandan silah zoruyla bölünmüş Kıbrıs’ı çözüm sağlayamadan içine alarak AB, ileride bir dizi yeni sorunla kendisini uğraştıracak bu yıllanmış sorunu ithal ediyordu.

Planın tutarsızlıkları, çelişkileri, başarısızlıkları ve sonuçta kabul görmemesi, Kıbrıslıların çıkarlarını değil emperyalistlerin çıkarlarını temel almasının bir ürünüdür. Emperyalistlerin sorunsuz bir saldırı üssü olarak kullanabilmek için Kıbrıs’ta istikrar istemelerine bağlı olarak geliştirilen, Kıbrıslıların çıkarları doğrultusunda değil, asıl olarak Türkiye’nin kabul etmesinin sağlanması gözetilerek hazırlanan Annan planının çözüm niteliği, taşıdığı tutarsızlıklar ve çelişkilerle, Kıbrıs için, Kıbrıslılar için değil, olsa olsa emperyalistler ve işbirlikçileri içindir.

Emperyalizmden, onun kurumlarından halkların çıkarına uygun çözüm beklenemeyeceği açıktır. Buna, kapitalizm çerçevesinde, ulusal çelişki ve çatışmaların ortadan kaldırılamayacağını, uluslararası kardeşliğe dayanan çözümlerin gerçekleştirilemeyeceğini de eklemek gerekir. Kapitalizm varoldukça, burjuvazi ulusal egemenliğini başka ulusların burjuvazisine karşı rekabet ve mücadele amacıyla kullanacak, ulusal çelişkileri kışkırtacaktır. Buna karşılık hedefi dünya üzerinde komünizmin kurulması olan işçi sınıfının ulusal düşmanlıklardan, ulusal baskıdan çıkarı yoktur, yalnızca işçi sınıfı enternasyonalisttir ve tutarlı olarak halkların, ulusların eşitliğinden, kardeşliğinden yanadır. Her türlü ulusal sorundan bütünüyle ve kalıcı olarak kurtulmanın yolu, işçi sınıfının, ulusal baskı ve düşmanlığın kaynağı olan kapitalizme karşı mücadelesinden, uluslararası sosyalist devriminden geçer. Kıbrıs sorununa, halkların kardeşliği doğrultusunda bir çözüm de, emperyalist düzenlemelerde, Annan Planında değil, başta Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye olmak üzere, bölge ve dünya işçi sınıfının mücadelesindedir.

KURTULUŞ sosyalist dergi

HAZİRAN 2004

9

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.

Free Web Hosting
Free Web Hosting

İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ

Free Web Hosting