Başlangıçta kısmi, bölgesel ve geniş bir havzaya dağılmış işyerlerinde örgütlenebilecek sendikayı, varsa işkolu düzeyinde yetkili sendika merkezine bağlamak, yoksa sendikayı işkolu düzeyinde genelleştirmek, sendikal çalışmanın yönü olmalıdır. Sendikal örgütlülük gibi sınıf hareketinin çeşitli düzeylerdeki birlikleri oluşturuldukça, üretim sürecinin, öznel olarak parçalanmasının karşısında, nesnel olarak bütünlüğü daha algılanabilir olacak, bunun üzerinden sınıf bilincinin gelişmesi ve birliğinin gerçekleşmesinin imkanları artacaktır.
K. ALİ
Komünistler, sınıfın örgütlü ve birleşik gücünü iktidar mücadelesine yöneltmek, sınıf hareketinin yönünü kendi iktidarına çevirmek üzere politika üretirler. Bunu, sınıf zemininde ve onun tarihsel-bütünsel çıkarlarını ifade eden organik bir parçası olarak yaparlar. Komünistlerin, sınıf hareketinin birliği ve tarihsel çıkarları dışında bir perspektifleri yoktur. Bu bakış, komünistlerin, sınıfa öncülük görevlerinin gereklerini ve bu görevlere ait işlevlerini yerine getirmek için sınıf hareketinin genel düzeyini veri almalarını gerektirir. Sınıftan kopuk ve hareketin o anki niteliğinden ayrı politikaların yaşama geçirilme şansının olmadığı; komünist fikirlerin olduğu gibi, komünist faaliyetin unsurlarının da sınıfla birleşmesi gerektiğini vurgular. Komünistlerin, bunun dışında bir sınıf mücadelesi anlayışı olamayacağı gibi, ne kadar samimi niyetlerle oluşturulursa oluşturulsun, şu ya da bu nedenle işçi sınıfı zemininin dışında kalan ‘komünist fikirlerin’ ilelebet komünist kalma şansının olamayacağı; giderek ve mutlaka başka sınıfsal temellere yöneleceği de bir gerçek olarak belirir.
İşçi sınıfının ve sosyalizmin tarihi, mücadele örgüt ve araçları ile birlikte varolmuştur. Bu açıdan, sınıfın taleplerinin içeriği, bu talepler doğrultusunda oluşturduğu örgütlerinin niteliklerini doğrudan belirlemiştir. Dayanışma örgütlerinden sendikalara, sendikalardan kooperatiflere, partiden konsey ve komitelere kadar, çok çeşitli örgütlülük ve aracın biçim ve nitelikleri, sınıfın hareketinin o anki talep ve yönelimleri tarafından belirlenmiştir. Bu açıdan, taleplerin ve hedefin, başlangıçtaki ifade ediliş ve kavranışı değiştiği, netleştiği ve sınıfın öncü kesimlerinden öte geneli tarafından bilince çıkarılıp sahiplenildiği ölçüde, bu örgütlülüklerin hedef ve nitelikleri, görece değişebilmiş, sınıfın nihai çıkarlarına göre tanımlanabilmiştir. Ama, bu açıdan da sınıfın bölüntüleri ve farklı kesimleri arasındaki ayrımlar, geri ve öncü kesimler arasındaki bilinç ve örgütlülük düzeyleri, aynı zemin ve tarihte çok farklı örgütlülüklerin sınıf hareketinin farklı ihtiyaçlarına karşılık gelecek şekilde varlık kazanmasının nedeni olmuştur. Sınıf hareketi, bütün düzeylerinin aynı anda karşılıklı ilişkisi, iç içe geçip ayrışması ile bir bütün oluşturur. Sınıf hareketini sadece ekonomik, ideolojik ya da politik, demokratik düzeylerden birine denk gelecek şekilde sınırlamak ve böyle tanımlamak yanlıştır.
“Proleterlerin bir sınıf olarak ve bunun sonucu, bir siyasal parti olarak örgütlenmeleri, gene işçilerin kendi aralarındaki rekabet yüzünden sürekli bozulur. Ama daha güçlü, daha sağlam, daha kuvvetli olarak durmadan yeniden doğar. Burjuvazinin kendi arasındaki bölünmelerden yararlanarak, işçilerin özel çıkarlarının yasal olarak tanınmasını zorlar.” (Marx - Engels, Komünist Manifesto)
Parti ile sendika, sınıfın farklı düzeydeki talep ve hedeflerine karşılık geldiği gibi, aynı sınıf hareketinin farklı bilinç düzeylerine de karşılık gelir. Sınıf hareketinin içinde gelişen örgütlülükler parti ve sendika dışında, spor ve kültür-sanata yönelik kulüp ve derneklerden, dayanışma ve tüketim kooperatiflerine kadar uzanan bir çeşitlilik oluşturur. Komünist Manifesto’da ifade edildiği gibi, modern sanayinin durmadan yoğunlaşan ve genişleyen yapısı, burjuvazinin mezar kazıcılarını, bizzat burjuvazinin kendisinin sürekli üretiyor olmasının nesnel zeminini verir. İşçiler, başlangıçta, kısmi ve anlık kazanımlarını genelleştiremediklerinde, kalıcılaştıramadıkları bu haklarını kayıp etmişlerdir. Ve bu nedenle, bazı tekil olaylarda, anlık, kısmi ve geçici olarak,
“... işçiler galip gelirler, ama ancak bir süre için. Savaşlarının gerçek meyveleri o andaki sonuçlarda değil, işçilerin durmadan genişleyen birliğinde yatar.” (age)
İşçi sınıfının genişleyen birliği, “... sanayiin burjuvazinin elde olmayarak teşvik ettiği ilerleyişi, emekçilerin rekabetten ileri gelen yalıtılmışlıklarının yerine, birlikteliklerinden ileri gelen devrimci dayanışmalarının” (age) bir sonucu olacaktır. Burjuvazi bu nedenle, dünküne oranla çok daha iyi bilmektedir ki, “modern sanayiin gelişmesi, ... ayaklarının altından bizzat ürünlerini ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli” çekip almaktadır. Her şeyden önce ürettiklerinin kendi mezar kazıcıları olduğunu, devrilmesinin ve proletaryanın zaferinin aynı ölçüde kaçınılmaz olduğunu belirten Komünist Manifesto’nun öğütlerini, işçi sınıfından daha çok önemseyen kapitalistler, kendi konumlanışlarını Manifesto’nun tarifinin tam karşısında kurmaktadırlar. Burjuvazinin tarihsel deneyiminden kalkarak üretim sürecini parçalaması, emek rekabetini bütün boyutları ile körüklemesi, sınıfın devrimci dayanışmasının engellenmesi amacıyladır. Burjuvazinin ve kapitalizmin ömrünü uzatacak hiçbir politika burjuvazi tarafından uygulanabilir değildir. Sınıf mücadelesinin gerekleri olarak şekillenen siyasal karar ve tercihlerle üretim sürecinin parçalanması, esas olarak konjonktürseldir.
Sendikalar, sınıf hareketinin ve sosyalizm mücadelesinin geçirdiği evrim içinde, başlangıçtaki dayanışma ve ekonomik mücadele nitelikleri ile birlikte varolmuşlar, sınıf hareketinin siyasallaştığı ve sınıf bilincinin geliştiği, sahiplenildiği tarihsel durumlarda, sınıfın iktidar mücadelesinde demokratik görevler üstlenebilmişlerdir. Buna dayanarak sınırları, ekonomik ve demokratik mücadele ile çizilmiş örgütlülükler olan sendikalara, bunun ötesinde anlamlar yükleyen siyasi çizgiler de olmuştur.
Komünistler için, işçi sınıfının iktidar mücadelesi ve sınıf hareketinin bütün birikim ve güçlerinin sınıflar mevzilenmesinde buna göre düzenlenmesi esastır. Sendikalar işçi sınıfının demokratik ve ekonomik örgütlülükleri olma yetenekleri ile defalarca kendini kanıtlamış örgütlerdir. Buna rağmen sınıf hareketinin geri çekildiği, yenildiği durumlarda, sendikalarda gerici ve uzlaşmacı çizginin, sınıf aristokrasisinin ve bürokrasinin önemli mevziler kazanabildiği ve bu konumları ile sınıf uzlaşmacılığını had safhaya götürebildiklerini tarihsel deney ve günümüzün gelişmelerinden biliyoruz.
Ekonomik örgütlülük ve mücadele açısından sendikalar, başlangıçtan bu yana sınıfın genelinin çıkarlarını gözeten nitelikleri ile ön plana çıkmazlar. Sınıfın diğer kesimlerine karşı, üretim birimlerinde ve işkollarında çalışılan işçilerin kendi haklarını garantiye almak, hatta patrona karşı olduğu gibi dışarıdaki işsiz kitleye karşı da kendi iş güvencelerini sağlamak için mücadele ederler. işçi sınıfının kısmi, bölgesel ve anlık çıkarlarının güvencesinin, bu kazanımların sınıfın geneline yaygınlaştırılmasından ve uzun vadeli kazanımlara dönüştürülmesinin bu sayede olacağından hareket eden sendikalar, işkolları ve giderek bütün çalışanları içine almayı hedefleyen bir sendikal birlik perspektifine kavuştukça, demokratik nitelikleri, demokrasi mücadelesindeki işlevleri artar. Bu perspektif, sendikal bilinç ile siyasal bilincin iç içe geçtiği ve salt sendikal alandan kaynaklanamayacak bir niteliğe sahiptir.
Sendikal düzeyin, mücadele ve örgütlülük açısından kendisine ait özellikleri ve gerekleri vardır. Sendikal örgütlülüğün düzeyinin, işçi sınıfının kazanımlarının bir göstergesi olduğu kadar, kapitalist sömürü karşısında işçilerin en önemli öz savunma dayanakları olduğu unutulmamalıdır. Sömürünün sınırlandırılması, işçi sınıfının hak ve özgürlülüklerinin toplumsal düzeyde tanımlanması açısından sendikalar, aynı zamanda demokratik örgütlülüklerdir; işçi sınıfının hak ve özgürlüklerine yönelik yasal düzenlemelerde taraftır.
Kapitalistler, tek tek ve bir bütün olarak sömürüyü artırmak için, buldukları her fırsatta işçi sınıfının örgütlülüklerine ve bütün tarihsel kazanımlarına saldırmak, onları geri almak için yeni strateji ve taktikler geliştirmek durumundadırlar. Özellikle, kâr oranlarının azalması ve kriz karşısında ilk olarak işçi ücretlerine, işçi sınıfının hak ve özgürlüklerine saldırırlar. Çünkü kârların düşmesi ve kapitalist rekabet karşısında işgücü sömürüsünü artırmak dışında bir yolları yoktur. İşçi sınıfına saldırı, hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması yönündeki gelişmeler, kölelik koşulları diye tanımlanabilecek düzeyde bir gerilemeye yol açmıştır. Bu geri düzeye çekiliş, sınıfın bu geri konuma itilişi, örgütlülük bilincinin taşıyıcı unsurlarına saldırı ile mümkün olmuştur. Bu saldırı bir çok yönden aynı anda sürdürülmektedir.
Sosyalizmlerin yıkımı ve işçi hareketinin gerileyip mevzi kaybetmesi, kapitalizmin ağırlaşan ve aralıkları sıklaşan kriz koşullarında yaşanmıştır. Bu durum, sınıfa saldırının ve sınıfın örgütlülüklerinin dağıtılmasının, başlıca karlılık kaynaklarından görülmesine yol açmıştır. Sosyalizme ve genel olarak örgütlülük fikrine saldırı, kişilerin varolan örgütlülükler üzerinden değil, tek bir birey olarak sistemle ilişkilenmelerine yönelik politikalara hız kazandırmıştır. İşçi sınıfının farklı kesimlerine uygulanan ayrı statü ve ücret politikaları, genel olarak örgütlülükler üzerinden ve bir bütün olarak değil, kapitalistlerle bireysel düzeyde ilişkilenmeyi getirmiştir. Bir kez bu başarıldıktan sonra, her düzeyde örgütlülükler, başta sendikalar olmak üzere yeniden ve yeniden yasal düzenlemelere uğratılmıştır.
Türkiye’de askeri diktatörlük döneminden bu yana yaşananlar, işçi sınıfının her düzeyde örgütlülüklerinin yok edilmesi doğrultusunda gelişmiştir. DİSK’in seksen öncesinin koşullarında yaşama geçirmeye çalıştığı ‘sınıf ve kitle sendikacılığı’ anlayışı, bütün hata ve eksiklikleri ile birlikte doğru bir yönelimi ifade etmekteydi. O koşullarda nispeten mücadelenin karşılığı alınmış, sigorta ve ücret koşulları belli ölçülerde düzeltilmiş, bu durum, örgütlülük bilincine yansımıştı. Askeri diktatörlük, işçi sınıfının örgütlülüklerine saldırırken, Türk-İş çatısında uzlaşmacı ve işbirlikçi yöneticilerle işçi sınıfını tek bir çatı altında toplamaya çalışmıştı. Bunda da oldukça başarılı oldu.
Askeri diktatörlüğün kapattığı sendikaların yeniden açılması ise, hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığı, ideolojik ve politik yenilginin zaaflarının her yanı kapladığı koşullarda gerçekleşti. İşçi sınıfının dünya çapında ve bütünlüklü bir saldırı karşısında olduğu ve bu saldırının başarı kazandığı koşullarda, sınıfın örgütlülükleri önemli ölçüde dağıtılmış ve güçsüz bırakılmıştır. Yasal düzenlemelerin işçi haklarını yansıttığı bir çok durumda kanuna karşı hile yoluna başvurulmuş, yasalar çiğnenmiş ve peşi sıra yasal olarak da varolanların sürekli geriletildiği düzenlemeler gündeme getirilmiştir. Kamuda örgütlü sendikaların gücünün ve kitlesinin özelleştirmelerle, statü farklılıkları ile daraltılması, kamu ve yerel yönetimlere ilişkin düzenlemelerle birlikte bu alanda örgütlü sendikaları neredeyse yok olma durumuna getirmiştir. Özel sektörde örgütlü olan sendikalar ise, taşeronlaşma ve esnek çalışma uygulamalarının önce yasadışı ve şimdilerde yasal olarak uygulanması ve genel karakter kazanması ile aynı sonuca doğru hızla yaklaşmıştır. Bu sendikalar, sahip oldukları uzlaşmacı çizgilerinin ve bu doğrultuda uyguladıkları politikaların bir sonucu olarak, özellikle yöneticilerin ihanetleri ile, başta kendi üyeleri olmak üzere genel olarak işçileri satmış ve onlar üzerinden burjuva politikasının alanında konumlanmayı amaç edinmişlerdir.
Bu süreç, işçi sınıfının daha önce kolektif ve örgütlü olma beceresi gösteren kesimlerini şimdilerde kuşatılmış ve parçalanmış bir azınlık duruma sokmuştur. Bu azınlık kesimler ise, çıkarlarını işçi sınıfının bütününe yönelik politikalarda değil de, diğer kesimlere göre ayrıcalıklı konumlarını korumak adına, sınıfın geri kalanının mücadelesine yabancılaşmakta bulmaktadır. Oysa ki eldeki kazanımların sınıfın genelinin talebi olarak savunulması, varolanların kalıcılaşmasının tek güvencesidir. Uygun koşullarda erken emeklilik yolunu seçebilen bu işçiler, bireysel kurtuluş gibi gözüken bu tercihlerinin, emeklilik haklarının ve koşullarının giderek kötüleşmesi, yok olması karşısında ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu geç de olsa anlayabileceklerdir.
Sınıfın örgütlülüğünün parçalanması amacıyla uygulanan taşeronlaşma ve esneklik uygulamaları, kapitalist üretim sürecinin ve karlılığın bir gereği olarak propaganda edilmekte ve sosyalistler de bu propagandanın etki alanına girebilmektedir. Bu çevreler, sendikaların kalan örgütlülüklerinin, içinde bulunduğu uzlaşmacı ve işbirlikçi çizgiyi, yöneticilerin şahsındaki bürokratik ihanet çizgisini, bütün sendika üyelerinin karakteri ve sendikayı da, bir bütün olarak işçi aristokrasisinin örgütlülükleri olarak göstermektedir. Sendika kavramının tarihinde içkin olan, bir işyerindeki veya işkolundaki işçilerin haklarını ve iş güvencesini diğer işçilere karşı da korumaya yönelik ayrımcı içeriği, sendika aristokrasisi kavramıyla aynı anlama gelmez. ‘Sendika bürokrasisi’ ve ‘işçi aristokrasisi’ kavramları birbirleri ile ilişkili olmakla birlikte, bir ve aynı şeyler değildir. Aynı işyerinde çalışan ve sendikalı olan işçiler, genel olarak benzer koşullara sahiptir ve işçi aristokrasisi ile farklılıkları bulunur. Bugün, üretim sürecinin taşeronlaşma ile parçalanması ve mekansal olarak birbirinden yalıtık yerlerde sürecin farklı evrelerinin gerçekleştirilmesi, aynı işyerindeki bir grup işçinin sendikalı olması ve bunun dışındaki taşeron işçilerinin her türlü haktan yoksun bulunması, bu işyerindeki işçilerin bir bütün olarak işçi aristokrasisini oluşturduğunu göstermez. Durumu böyle göstermek, işçi sınıfının örgütlülüklerine ve örgütlülük fikrine verilebilecek en büyük zararlardandır. Üstelik, sendikalı işçilerin işçi sınıfının çok küçük bir azınlığı olarak kaldığı bugün, bu küçük azınlığın uzlaşmacı bir çizgide bulunması sonucundan kalkarak, bu sonucu, işyeri ve işkolu temelindeki geleneksel sendikacılığın varacağı yer olarak propaganda edip teori düzeyine yükseltmek, işçi sınıfının örgütlülüklerine ve örgütlülük fikrine kapitalistlerin verdiği zararla eşdeğer olabilecektir.
Sendikaların bugün içinde bulunduğu durum bir sonuçtur ve sonucu karşıya alarak geliştirilebilecek bir strateji doğru olmaz. Sonucu yaratan nedenleri karşımıza almak, işçi sınıfının örgütlülük fikrini, işyeri ve işkolu düzeyinde örgütlülüğü esas alan sınıf sendikacılığı fikrini sahiplenmek gerekmektedir.
Askeri diktatörlük koşullarının olumsuzluklarının giderilmesi, 89 Bahar Eylemleri ile mümkün olabilecekken, duvarın ve sosyalizmlerin yıkılması, bu koşulları uluslararası gelişmelerin de etkisi ile tersine çevirmiştir. Bugüne kadarki kayıplar ve yenilgiler, işçi sınıfının gücü ve örgütlülüklerinde ciddi zaaflar ve yıkımlara neden olmuştur. İşçi sınıfının gücü, sayısındaki artışla ters orantılı gelişmiştir. Sayısındaki artış, fizik olarak sınırlarının gelişip, geçmiş dönemin bazı ayrıcalıklı grup ve kesimlerini içine almasının yanında, en kötü koşullardaki bölümünü oluşturan işsiz kesimin 10 milyonun üzerinde bir sayıya ulaşması ile, sağlıksız; örgütlülük fikri ve becerisine uzak bir gelişme göstermesi beraberce gelişen süreçler olmuştur. Sigortalı ve sendikalı işçi sayısının hızla düşmesi ve sırasıyla bu ikisinin işçi sınıfının çok az ve giderek daralan bir kesimini oluşturması, sendikal politika konusunu hangi çerçeveden ele almak gerektiğine aslında işaret etmektedir. Bu açıdan da sendikaların bugünkü zayıf ve uzlaşmacı niteliklerinin, sınıf hareketinin yenilgisinin bir sonucu olduğu ve bu sonuç üzerinden bir karşı strateji geliştirilemeyeceğini belirtmek gerekir. Öyleyse geliştirilmesi gereken strateji, sendikaların bugünkü durumunu, genel olarak sınıf hareketinin yenilgisinin nedenlerine bağlamalı ve diğer düzeydeki örgütlülüklerin destekleyiciliği ve yol açıcılığı saklı kalmak üzere, sendikal politikanın yeniden inşasını önüne görev koymalıdır Bugünkü sendikaların içinde bulunduğu bütün olumsuzlukları veri alıp, bunları hedef tahtasına koymaktan ibaret kalacak sendikal politikalar, sınıf hareketinin sendikalaşma ihtiyacına yanıt olamaz. Bütün bu olumsuz nitelemeleri, kuşkusuz bu sendikalardaki bürokrasi ve uzlaşmacılar hak etmektedir. Karşıya alınan sendika ve konfederasyonların, bir çok eleştiriyi fazlasıyla hak etmelerine rağmen, bunun ötesinde hedef seçilmesi üzerinden, sınıfın sendikal örgütlülük ihtiyacı karşılanamaz. Sınıf hareketinin ihtiyacı olarak sendikal örgütlülüklerin, işyerleri ve fabrikaları, üretim birimlerini temel alarak tabandan örülmesi sonucunda kazanılacak mevzilerin, sendika bürokrasisinin devrilmesine hizmet edeceği kesindir. Böyle bir hareketin örülmesini, kendi konumları için tehlike gören bürokratlar ve onların belirlediği örgütlülüklerin bu yöndeki gelişmelerin karşısında olacakları mutlaktır. Sendika ve konfederasyonların tabanları ile buluşmayı amaçlayan sendikal bir hareketin örülmesi ve sendikaların varolan örgütlülüklerinin, işçi sınıfının birliğinin önünde engel değil, olanak olarak görülmesi gerektiği, en başta da bunu kavramış olan işçiler tarafından dile getirilmelidir. Bu açıdan da sendikal bürokrasinin yenilmesi, sınıf hareketinin bugünkü ihtiyacı olan sendikalaşma mücadelesinin sonucu olacaktır.
Bugün sınıf hareketinin ana gündemi, ne kadar yakıcı ve acil olursa olsun sendikal bürokrasi; sendikaların uyguladıkları uzlaşmacı politik çizginin yok edilmesi, yıkılmasından ibaret değildir. Sendikal örgütlenmenin nicelik ve niteliği sürekli gerilerken, bu durumun esas nedenleri öne çıkarılmalı, bu gerilemenin sonucu olarak gelişen sendikal bürokrasinin olumsuzluğu beslemesi, olumsuzluğun esas nedeni olarak görülmemelidir. Üstelik, sendikal bürokrasinin oluşturduğu olumsuz tabloyu veri alıp, buradan kalkarak işyeri ve işkolu temelindeki sendikacılığı, bütün olumsuz anlamların yüklendiği ‘geleneksel sendikacılık’ kavramı üzerinden sendika bürokrasisi ile eşitleyip mahkum etmeye çalışan anlayışlar, işçi sınıfı hareketinin birliğini sağlayacak nesnel zemini yanlış tanımlamaktadırlar. Sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin önemi ve bunun başarılması, sınıf hareketinin ihtiyaçları üzerinde örülecek sendikalaşma hareketinin altından kalkabileceği bir sonuç olabilir.
Altını bir kez daha çizmek gerekir ki, bugün, sınıf hareketinin ihtiyacı, sendikalaşma ve sendika mücadelesidir. 12 Eylül’den bu yana neredeyse çeyrek asır geçmiştir ve artık ideolojik, kültürel ve yapısal[1] olarak olumsuz biçimlenmiş, burjuva ideolojisinin en geri ve yoz olanlarının etki alanında bir işçi sınıfı gerçeği ile karşı karşıyayız. Buna rağmen bugün, bir çok nedenle farkında olunması engellense de, toplumsal düzeyde sınıf gerçeğinin altı daha kalın çizilmiştir. Yeni yetişen kuşaklar, siyasal bilinç üzerinden olmasa da her günkü pratikleri ile yaşadıkları işçilik gerçeği üzerinden, bir sınıfa ait olduklarını, başta psikolojik düzeyde içselleştirerek yaşıyor. Aynı şekilde, geniş kitlelerin yaşam kalitelerinin hızla düşmesi, bir dönem önceki olanaklarla karşılaştırma fırsatı sunmakta ve örgütlülüğün gereği bir tür kendiliğindenlikle kavranabilmektedir. İşçi sınıfının kolektif hafızasındaki örgütlülük bilinci, ne kadar darbe almış olursa olsun silinebilmiş değildir ve işçiler uğradıkları her haksızlıkta, bu hafızadan bir şeyleri canlandırmaktadır. İşçilerin dışında, dünün küçük burjuvaları ve sınıf hareketinin lanetleyicisi orta tabakalar bile, peşine takıldıkları liberal, gerici, faşist çıkmazların hayal kırıklıkları üzerinden işçi sınıfının halihazırda ortalıkta bulunmayan hegemonyasının toparlayıcılığına ihtiyaç duyabilmektedirler. Fakat, sınıf hareketinin geleceğini karartabilecek başka etmenlerin devrede olduğu unutulamaz! Gerici ve dinci ideolojiler ile kitleleri uyutan tarikat örgütlenmeleri, milliyetçi-faşist ideolojilerin korporatist yaklaşımları ve özellikle Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı sınıf içinde geliştirilen şoven-milliyetçi anlayışlar sınıf hareketini bölmek ve yönünü şaşırtmak için, sosyalizmin yeminli düşmanlığına devam ediyorlar. Tam da bu noktada ‘kölelik yasaları’nın uygulamaya koyulması, kısa vadedeki bütün olumsuzluklarına rağmen, sınıf hareketinin orta ve uzun vadede kaçınılmaz olarak ve mutlaka yükselmesini getirecektir! Sorun, bu hareketin niteliğinin, her zamankinden daha çok, öncülüğünü kazanacak olana bağlı olmasında düğümlenmektedir.
Kapitalizmin, işçi sınıfına, içinde bulunduğu koşulların ücretli kölelik düzeni olduğunun teşhir edilmesi için dolaylı ifade ve anlatımları gerektiren geçmiş dönemin koşullarına göre, İş Kanunu ve çalışma yaşamına ilişkin yeni yasal düzenlemelerle doğrudan teşhirinin olanaklı olduğu bugünkü koşullar, burjuvazinin pervasız saldırıları, bir yönüyle sendikal örgütlenmenin koşullarını ve zorunluluğunu sürekli beslemekte, yükseltmektedir.
“... Ve burjuvazinin artık toplumda egemen sınıf olarak kalacak ve kendi varlık koşullarını topluma belirleyici yasa olarak dayatacak durumda olmadığı burada açıkça ortaya çıkıyor. Egemen olacak durumda değildir, çünkü kölesine köleliği çerçevesinde bir varlık sağlayacak durumda değildir, çünkü kölesini, onun tarafından besleneceği yerde, onu beslemek zorunda kaldığı bir duruma düşürmeden edemiyor. Toplum bu burjuvazinin egemenliği altında artık yaşayamaz, bir başka deyişle, onun varlığı toplumla artık bağdaşmıyor.” (Marx - Engels, Komünist Manifesto)
Bu açıdan, genişleyen işçi sınıfı, yeniden ileri atılmak için yeni ve şimdi nasıl şekilleneceğini sonuna kadar bilemediğimiz mücadele araç ve yöntemlerini devreye sokacaktır.
İşçi sınıfı ne kadar parçalanmış, sınıf bilinci ne kadar geriletilmiş olursa olsun, işçi sınıfının genişleyen yapısı karşısında bütün ekonomik, sosyal ve siyasal hakların geriletilmiş olmasının ortaya çıkardığı çelişki, hak ve özgürlük taleplerinin, örgütlenme ihtiyacı ile buluşmasını getirmekte; en basit ekonomik taleplerden demokratik taleplere kadar olanların hepsi, kendini ancak örgütlenme pratiği ile açığa vurmaktadır. Tek tek işyerlerinde olsun, işkolu düzeyinde olsun, bütün hak talepleri, örgütlenme zorunluluğunu dayatmaktadır. Örgütlenme talebi, örgütlülük bilinci ne kadar yara almış olursa olsun, başka bir düzeyden kendini zorunlu kılmakta, hak arama mücadelesi, sendikal örgütlülüğün yeniden tesisi şeklini almaktadır. Kapitalistlerin saldırıları sonucunda işçi sınıfının parçalanan birlik ve örgütlülüğü, kendiliğinden yeni bir birikimi hazırlamaktadır. Tam da bu noktada kapitalistler, sendikal örgütlülüklere aşırı bir tahammülsüzlük göstermektedirler. Çünkü yaşanan kriz ortamında kapitalistler, hem örgütlülükleri hem de sınıf içgüdüleri ile bilmektedirler ki, işgücünün sömürüsünü sınırlandıracak en ufak bir girişim dahi, işçilerin geliştirecekleri örgütlülüklerin bir ürünü olacaktır. Her şey, sınıf savaşımının acımasız (uzlaşmazlık) kuralsızlığı çerçevesinde gerçekleşmektedir. Bütün sorunlar, sendikal örgütlenme çalışmaları ve direnişler üzerinden patlak vermekte, sorunların çözümü noktasında taraflar, sendikal örgütlülükleri üzerinden netleşmektedir.
Sendikalaşma sorunu, bugün dünden çok daha fazla sınıf hareketinin siyasal düzeydeki performansına bağlıdır. Sendikalar, işçi sınıfının ekonomik ve demokratik örgütlülükleri olmakla beraber bugün, sorunun çözümü, siyasal düzeyde bir taraflaşmadan geçmektedir. Çünkü, geçmiştekine oranla bugün, işçi sınıfının birliği parçalanmış ve bu, dünkü koşullarda nesnel olarak oluşmuş sınıfsal birliğin olanaklarının, üretim sürecinin birbirinden yalıtılmış bölümlere ayrılması, taşeronlaşma ve esnek çalışmanın dayatılması sonucunda öznel olarak ortadan kaldırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Sınıfın birliğinin nesnel koşullarının ortadan kaldırılmaya çalışılması ise, işçi sınıfının genişlemesi, çalışan kesimin mutlak, işsiz kesimin göreli büyümesi ile beraber gerçekleşmektedir. Sermayenin merkezileşmesi ve tekelleşme daha da artmakta, aynı üretim sürecinin farklı bölüm ve birimlerinde birbirinden habersiz çalışan işçiler, kapitalistlerin siyasi ve öznel tercihi olan üretim stratejilerinin etkisiyle, birliğin nesnel imkanlarından yalıtılmaktadır. Bu durum, proleterleşme ve mülksüzleşme süreci ile paralel bir şekilde, işçi sınıfının genelini toplumsal dokunun bütününe yayarak, sınıfın eskisine oranla ezici bir çoğunlukla, diğer toplumsal kesimler üzerinde hegemonya kurmasının imkanlarını da yaratmaktadır. Bu açıdan, ekonomik ve demokratik örgütlülüklerin başarısı dünkünden daha çok siyasal düzeydeki mücadelenin belirleyiciliği üzerinden gelişecektir. Sendikal mücadele ve örgütlülüğün başarısının, siyasal düzeydeki mücadeleye dünkünden daha fazla bağlı olması, sendika örgütlülüğünün siyasal düzeye ait bir örgüt olduğu anlamına gelmez. Sendikal örgütlülük sorunu, dünkünden daha çok sınıf hareketinin farklı düzeydeki başarılarına bağımlı ve duyarlı bir konuyu oluşturmaktadır.
Sınıf hareketi içinde öncelikler, sendikal örgütlenmeye öncülük ederek perspektif sunmak şeklinde belirmektedir. İşçi sınıfı içinde öncü konumlar almak ve sınıf temelinde öncü işçilerle buluşmak açısından olsun, sınıfın geneline yönelik politikalar oluşturmak açısından olsun, işçi sınıfının bugünkü konumu ve talepleri, sendikalaşma zemininde komünistlere yeni imkanlar sunmaktadır. Ama bu imkanlar, kuşkusuz ki sadece komünistler için değildir. Sınıf zemininde politika yapan her türden ideoloji, bu koşulların üzerinden sınıfın öncülüğünü kazanabildiği, sınıfın hareketine yön verebildiği ölçüde, geçmişteki etkilerinden çok daha büyük bir orana ulaşabilir..
Kuşkusuz bu perspektif, sınıfın büyük kısmını gündemine almakta ve buradan giderek, halihazırda eldeki sendikal yapıları ele geçirmek ve sendika bürokrasisine karşı mücadele etmek için en doğru yolu ve imkanları sunmaktadır. Sınıf hareketi, sendika bürokrasisine ve sınıf uzlaşmacılığına karşı mücadelesini, sendikalaşma hareketini yeniden ve doğru temellerde örerek gerçekleştirecektir. Sendika bürokrasilerinin ve varolan sendikal yapıların, tabandan geliştirilecek eylemlilikler karşısındaki engelleyici, pasifize edici ve ihanete ulaşabilen ezici müdahaleleri karşısında, çalışmaların ve sendikal hareketin bir noktasında, bugünkü sendikal konfederasyon ve yapıların da aşılması ve tamamen karşıya alınması gerekebilir. Ama bu durum, işkolu sendikacılığının karşıya alınmasının gerekçesi yapılırsa, sendikal hareket tamamen yanlış bir yola girmiş olacaktır.
Öyle ise bugün, işçilere ve işçi sınıfına önerilecek sendikal politikanın olabildiğince netleştirilmesi ve bu hareketin, süreç içinde ortaya koyduğu sorunlar çerçevesinde ayrıntılandırılması gerekmektedir.
‘Yeni sendikacılık’ anlayışlarının eleştirisine geçmeden önce, sendika politikamızı Eylül 2003 tarihli bir özel sayımıza da başvurarak özetlemeye çalışalım.
Bilindiği gibi sendikalar asıl olarak işçi sınıfının ekonomik mücadele örgütleridir. Günlük yaşamın iyileştirilmesi, sömürünün sınırlandırılması amaçlı mücadele, sınıfın bütününü kapsayıcı, kitleselliği gözeten bir tarza sahip olmalıdır. Yine bilindiği gibi ekonomik kazanımların güvence altına alınması ve kalıcılaşması, ücret talebini aşamayan sendikacılığa karşı, ekonomik hakları sadece ücrete indirgemeyen demokratik bir mücadele, demokratik talepler için mücadele perspektifine de sahip bir sendikal anlayışı gerekli kılmaktadır. Bu mücadelenin, sınıf ve demokrasi bilincinin oluşmasına hizmet eden, örgütsel anlamda da sendikal demokrasiyi aşağıdan yukarıya bütün işçiler için işleten bir bütünlükle yürütülmesi, sınıf ve kitle sendikacılığının temellerini oluşturur.
Dünyada ve Türkiye’de on yıllardır işçi sınıfının mücadelesi, sermayenin azgınlaşan saldırısı karşısında gerilemiştir. İdeolojik, politik, ekonomik bütün düzeylerde yenilmiş, geri çekilmiştir. Buna karşılık ise kapitalist egemenlik güçlenmiştir. Sınıfın parçalanma süreci, diğer düzeylerde olduğu gibi, sendikal düzeyde de sürüyor. Bununla birlikte, işçi sınıfının gündelik mücadele birliği giderek zayıflıyor. İşçilerin birliği, taşeronlaştırma, özel sözleşmeli personel, memur kadrosu, sendikasızlaştırma, işsizler, çeşitli biçimlerde bölünüyor. Burjuvazinin ideolojik, politik, ekonomik alanlardaki saldırısı karşısında, –sınıfın genel mücadele koşullarıyla bağlantılı olarak– direnemeyen sendikalar eriyor, yok oluyor.
Mücadelenin gerilemesinin parçası olarak sarı sendikacılığın etkinliği artıyor. Sendikacılığın geleceğini karartan sendika bürokratları, konumlarını kendi kişisel çıkarları için kullanıyor, sendikal mücadelenin geçmiş birikimlerinden kalanları hızla talan ediyorlar.
Diğer alanlarda olduğu gibi, sendikal alanda da bu gerilemenin durdurulması, sürecin tersine çevrilmesi, bur bütün olarak sınıf mücadelesinin gelişmesine, yükselmesine bağlıdır. Sınıf mücadelesinin yükselmesi, sınıfın gündelik mücadelesinin birliğinin güçlenmesine, bu mücadelenin sınıfın genel hedeflerine yönelmesine dayanır. Sendikal mücadeleyi siyasi mücadeleye bağlamayı, ona tabi kılmayı, sınıf mücadelesinin bütün biçimlerini ayrılmaz bir biçimde komünizm doğrultusunda birleştirmeyi hedefleyen komünistlerin görevi, işçi sınıfının sendikalaşma, sendikal örgütlülüğün geliştirilmesi, yığınsallaştırılması, demokratikleştirilmesi, sendikalardan sarı sendikacılığın temizlenmesi mücadelesinde bütün güçleri ile yer almak, öne geçmeye çalışmaktır. İşçi sınıfının gündelik mücadelesinin birliği, komünist bir siyasi hareketin temeli olduğu gibi, komünistlerin siyasi çalışmasının da zeminidir.
Bu noktada açığa çıkan en önemli görevlerden biri; varolan sendikalardaki sarı ve bürokratik sendikacılığın teşhiri, tabandan, üretim birimlerinden başlayarak hangi sendika olursa olsun, bu anlayışların ve bunların temsilcilerinin temizlenerek, bu sendikal birimlerde sınıf sendikacılığının hakim kılınması mücadelesinin verilmesidir.
Sendikal faaliyet doğrudan üretim birimlerindeki sınıf çalışmasının bir yanı ama önemli bir yanı olarak ele alınmalıdır. Sendika bürokratlarını bir biçimiyle örgütleyerek veya işçileri sendika bürokratı haline getirerek sendika yönetimlerini ele geçirme veya bu tarzla sendikal çalışma yapma anlayışı, sınıf sendikacılığının ilkeleriyle bağdaşmaz; tersine varolan sendikal statükoları yeniden üretir.
Bugün, genelde kabul gören, ‘devrimci işçiler sendika yönetimlerine’ sloganı yerine; bu sloganın yanlışlığından değil ama bizim verili koşullarımızın gereği olarak, ‘devrimci işçiler bulundukları üretim birimlerinde sınıf sendikacılığının ilkelerini gerçekleştirmeye’ sloganı öne çıkarılmalıdır. Devrimci işçilerin, öncü işçilerin, üretim birimlerinde, işyerlerinde ve fabrikalardaki taban örgütlerinin kolektif denetleyiciliği ve besleyiciliğinden uzak kalarak sendika yönetimlerinde görev alması, kaçınılmaz olarak onların şahsında bir bürokratlaşmayı getirecektir. Ancak tabandaki örgütlülüklerin yeterince güçlü ve sürekliliğinin sağlanmış olması durumunda, sendika yönetimlerine gelen öncü ve devrimci işçilerin, sınıf ve kitle sendikacılığının ilkeleri doğrultusunda çalışmaları, bu çizgiye bağlı kalmaları sağlanabilir. Sendika yönetimlerinde görev alındığı durumlarda, her düzeyde taban örgütlülüklerinin güçlendirilmesi amacıyla hareket edilmeli, sendikal olanaklar bu amaçla kullanılmalıdır.
Genel olarak çalışma yapılan üretim biriminde hangi sendika yetkiliyse o sendikada olunmalı ve o üretim birimindeki sendikayı sınıf sendikacılığı temelinde örgütlemeliyiz. Eğer çalışma yaptığımız birimde sendika yoksa, o iş kolunda hangi yetkili sendika amacımıza nispeten daha uygunsa onu seçmeliyiz. Sendika politikamızın bir parçası olarak da, yasal ve yasadışı yollarla sınıfın karşısına çıkarılan sendikal engellemelere, sendikasızlaştırma politikalarına karşı demokratik bir hak olan sendikal örgütlenme özgürlüğü için geniş çaplı kampanyalar önermek ve bu noktada sınıf içinde ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürütmeyi hedeflemeliyiz.
Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesi verebilecek tek sınıf olan işçi sınıfının, sermayenin bugünkü saldırılarına karşı en temel görevlerinden biri de sendikal birliğini yaratması ve bunun üzerinden mücadelesini geliştirmesidir.
Büyük ölçekli üretimin, çok değişik yol ve yöntemlerle tasfiye edilmesi, üretimin birbirinden tamamen yalıtılmaya çalışılan küçük ve orta ölçekli işletmelere, taşeron firmalara kaydırılmasına rağmen bu tür üretim birimlerinin belli havzalarda toplanması, burjuvazinin işçi sınıfını parçalara ayırıp emek rekabetini artırma stratejisini geçersizleştirecek olanakları da beraberinde yaratmaktadır. Nesnel olarak tekelleşme ve üretimin yoğunlaşması eğilimi ve bu nesnel sürecin bizzat burjuvazinin mezar kazıcılarını yaratması ve eğitmesine karşı burjuvazi, öznel olarak üretim sürecini parçalara ayırıp yalıtmak, sınıfın birliğini yasal ve yasa dışı yollardan olabildiğince engellemek için çalışmaktadır. Bu tercihi, bütün ideolojik savlarına karşın, üretim sürecini parçalara ayırıp parçaları birbirinden yalıtması, üretim mantığı açısından daha kârlı olduğu için değil, işçi sınıfının genişleyen ve tarihsel çıkarları her geçen gün ayrım noktalarını silikleştirip, bunların önüne adım adım daha geçen gelişmesinin, engellenemez sonucu yakınlaştırmasındandır.
Nesnel olanı öznel olarak parçalamak, görüleni görülmez kılmak, burjuvazinin sınıf mücadelesindeki stratejisidir. Bunun karşısındaki sendikal politika, öznel olan alanda, siyaset düzleminde geliştirilmek durumundadır. İşkollarını farklı düzeylerde tanımlarla yasal olarak çoğaltmak, yapılan işin niteliğini ve bu işkollarındaki işçilerin, aynı merkezi üretim sürecinin birimlerini oluşturdukları gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle sendikal birlik, işkollarının kapsadığı bütün üretim birimlerini bir araya getirmekten başlayıp, bütün işkollarında çalışanları kapsayan merkezi bir temelde kurulmalıdır. Bu mücadelenin karşılaşacağı yasal ve yasadışı engeller, işçi sınıfının geçmiş mücadele deney ve birikimlerine yaslanıp uluslararası dayanışma ve mücadele birliğine uzanan ve her koşulda tarihsel-sınıfsal haklılığına dayanan bir noktadan aşılmalıdır. Bu açıdan sendikal mücadele, işçi sınıfının şu ya da bu parçasının eylemliliğini örgütleyen ve yasaları değil meşruiyeti temel alan; bu nedenle de neredeyse köleliği çağrıştıran yasaları her fırsatta çiğneyen; bütün tekil sorunların genel karakter taşıdığını, başka bir birime ve sektöre yaygınlaştırılmamış hiç bir kazanımın ertesi gün için bile güvencesinin bulunmadığını bilip, bu gerçeği başta kazanımların o anki sahibi işçilere olmak üzere sınıfın geneline propaganda eden bir siyasal yönteme sahip olmalıdır. Bu yöntem ise tekrar tekrar vurgulanmalıdır ki, işkollarından başlamak üzere ve bütün çalışanların merkezi birliğine hizmet edecektir.
İşçi sınıfı, kapitalist saldırıya karşı, şu ya da bu ölçüde muhalefet ediyor, çeşitli biçimlerde protestosunu yükseltiyor. Özelleştirmelere karşı PETKİM işçileri, TEKEL işçileri, SEKA işçileri, direnişler, işgaller, gösteriler, yürüyüşler, mitingler yaptılar. DİSK, Türk-İş, Hak-İş, KESK, Petrol-İş, Nakliyat-İş, Eğitim-Sen ve diğer sendikalar, İş Yasasına, Kamu Yönetimi yasalarına, özelleştirmelere, köleleştirilmeye, işsizliğe, sefalet ücretlerine, zorunlu tasarrufların geri ödenmemesine karşı binlerce işçinin, hatta yüz binlerin katıldığı çok sayıda miting düzenlediler.
İşçi sınıfı, burjuvazinin saldırısını durdurmak, haklarını kazanmak için mücadele etmek zorunda. Sürdürdüğü mücadeleler ise, bir süredir başarıdan çok başarısızlıkla, yenilgiyle sonuçlanmaktadır. Bu sonuçta, sınıfın parçalanmasının, birliğini sağlayamamasının payı büyük. Mücadele, sınıfın o an saldırıya uğrayan kesimiyle sınırlı kaldığı, diğer kesimleri tarafından yeterince desteklenmediği, ilgisiz kalındığı sürece, yenilgiye mahkum oluyor. Bu durumda, teker teker sırası gelen kesimler, yalnız başlarına kaldıkları ölçüde, burjuvazi tarafından kolaylıkla yenilgiye uğratılabiliyor. Zaten toplumda, işçi sınıfı karşısında, bir azınlık olan burjuvazi de gücünü buradan, sınıfı, çıkarları mücadelede birleşmelerini gerektiren kesimleri parçalayabilmesinden, birbirlerinin karşısına dikebilmesinden alıyor. Burjuvazinin, işi sınıfının kazanımlarına, haklarına yönelik saldırısının zemini ve önemli bir parçası, ideolojik saldırı, ideolojik egemenlik mücadelesidir. Burjuvazinin özelleştirmelerden kuralsız çalıştırmaya, sosyal hakların ortadan kaldırılmasından ücretlerin farklılaştırmasına, düşürülmesine kadar çeşitli saldırılarında kazandığı başarılar, öncelikle bunların haklılığına toplumu, işçi sınıfını ikna etmesine, hakları elinden alınan kesimi sınıfın geri kalanından tecrit etmesine, yalnızlaştırmasına, sınıfı bu biçimde parçalamasına dayanıyor. Bu açıdan da günümüzde bütün pervasızlığı ile süren bu saldırının, işçi sınıfının toplumun belleğinde yer eden haklarına karşı, burjuvazinin on yıllar boyunca sürdürdüğü ideolojik mücadelesinin üzerinden yükseldiği ve bu hazırlığın bir sonucu olduğu bir kez daha vurgulanmalıdır.
İşçi sınıfının burjuvazinin saldırısını durdurabilmek, haklarını kazanabilmek için her şeyden çok mücadele birliğini sağlamaya, geliştirmeye ihtiyacı var. İşçi sınıfı, sınıfın üyeleri, mücadelenin başarısı için bireysel kurtuluş arayışlarının yerine sınıfsal dayanışmayı geçirmek, tek tek kendi kurtuluşlarını sınıfın, toplumun kurtuluşunda aramak zorundadır. Mücadelenin bu yönde ilerlemesiyle, taşeron işçilerinden geçici işçilere, kayıtsız işçilerden işsizlere, kamu çalışanlarından beyaz yakalılara, işçi sınıfının çeşitli kesimlerinde sınıfın parçaları olunduğu bilinci gelişebilir; bireysel sözleşme, bireysel çözüm çabaları yerini örgütlenme ve örgütlü mücadele çabalarına bırakabilir, sendikalar bir azınlığı kapsamaktan ve kitleden koparak yozlaşmış yöneticilerin çıkar araçlarına dönüşmekten kurtulup sınıfın yığınlarının mücadelesini yükseltebilir. İşçi sınıfının parçaları saldırının ucu kendilerine dokunduğunda tepki göstermekten çıkabilir. Sınıfın bütününün çıkarları gözetilmeye başlandığında, sınıf mücadelesi bütünlüklü bir biçim alacak ve burjuvaziye karşı mücadele başarılara imza atacaktır.
Sınıf mücadelesinin bütünlüğü, onun bütün boyutlarının, ekonomik, ideolojik, politik mücadelenin birbirinden kopartılamaz birlikteliğidir. Mücadele eden sınıfların temel hedefi ekonomik çıkarlar, üretilen zenginliğe el konulması, sömürünün sürdürülmesi ya da engellenmesi olmakla birlikte, bu doğrultuda, ideolojik egemenlik mücadelesi de politik gücün, devlet iktidarının kullanılması da maddi kazanımlar için mücadelenin aracı ve kopmaz parçasıdır. Sınıf mücadelesinin başarısı, ekonomik, ideolojik, politik mücadelenin birleştirilmesine, birlikte sürdürülmesine bağlı olduğu gibi, işçi sınıfının kısmi ya da anlık çıkarlarından öteye onun nihai ve evrensel çıkarlarını temsil eden komünizm, işçi sınıfının mücadelesinin birliğini sağlama yeteneğindedir. Sınıf mücadelesinin yükselmesi, komünizmin sınıfla birleşmesinin, sınıf içerisinde güç kazanmasının zeminini sağladığı, geliştirdiği gibi, komünizmin sınıf içerisinde güçlenmesi, sınıfın önderliğini kazanması da sınıf mücadelesinin ilerlemesinin, gelişmesinin, burjuvaziye karşı zafer kazanmasının önkoşulu ve güvencesidir.
Sendikal politikamızı genel olarak yukarıdaki temellerde ifade etmekteyiz. İşkolları temelinde bir araya gelen çalışanların birliğini sağlamak amacıyla, ne kadar dağınık ve birbirinden yalıtılmış olursa olsun bütün üretim birimlerinde sendikal örgütlenmeye girişmek ve bunu da sınıf ve kitle sendikacılığı ilkeleri ile gerçekleştirmek. Bu açıdan, başlangıçta kısmi, bölgesel ve geniş bir havzaya dağılmış işyerlerinde örgütlenebilecek sendikayı, varsa işkolu düzeyinde yetkili sendika merkezine bağlamak, yoksa sendikayı işkolu düzeyinde genelleştirmek, sendikal çalışmanın yönü olmalıdır. Başta sendikal örgütlülük olmak üzere sınıf hareketinin çeşitli düzeylerdeki birlikleri oluşturuldukça, üretim sürecinin öznel olarak parçalanmasının tersine nesnel olarak bütünlüğü daha algılanabilir olacaktır. Bunun üzerinden sınıf bilincinin gelişmesi ve birliğinin gerçekleşmesinin imkanları artacaktır . Bu açıdan işkolları temelinde ve merkezi (demokratik merkeziyetçilik) düzeyde tanımlanması gereken sendikal faaliyet, en olumsuz koşulların yaşandığı bugün en alttan başlanarak örülmek zorundadır.
Sendikal hareket ve örgütlülüğün yenilgi koşullarına ve sendikal yönetimlerin içinde bulundukları ihanetlere, uzlaşmacı çizgilere bakarak, işkolları ve merkezi düzeyde örgütlenmeyi esas alan sınıf ve kitle sendikacılığını geleneksel sendikacılık kavramı ile mahkum etmeye çalışan ve bizim, ‘yeni sendikacılık’ diye tanımladığımız bir anlayış gelişmiştir. Bu anlayış, kuşkusuz bugünkü sendikal yapıların olumsuzluklarından sorumlu olmadığı gibi, bütün bu olumsuzluklar bu anlayışı savunanların marifeti de değildir! Ama sendikal alandaki tıkanıklık ve çözülmenin önüne geçmek ve yeni bir strateji oluşturmak iddiasındaki ‘yeni sendikacılık’ akımının değerlendirilmesi, hem işçi sınıfının iktidarı noktasından tanımlanan sosyalizm anlayışından vazgeçmek durumunda olanlara hem de sosyalizmin işçi sınıfının kendi eseri olacağı gerçeğini görmek istemeyenlere bir yanıt olacaktır.
Seksenli yılların başından bu yana her alanda etkin olan gerici felsefi sistemler –baskın olarak da post-modernizm– ve en antikasından iktisat tezlerinin bu etkileri kullanarak kendini yeniden tahkim etmiş olanlarından yeni sağ ideolojiler, kuşkusuz ki, çeşitli sol siyasi akımları farklı düzeylerde etkiledi. Siyasi akımların niteliklerini her düzeyde belirleyen ideolojik ve sınıfsal dayanaklarının komünizmden farklılaşması ile doğru orantılı artan bu etki, özellikle sınıf mücadelesine, sendikalara, sendikal mücadele anlayışlarına yönelik olarak çeşitli açılardan oluşan yeni kırılmaları daha önceden varolanların üzerine ekledi.
Kendisini yeni dönem-eski dönem, geleneksel sendikacılık-yeni sendikacılık karşıtlığı içinde tanımlayan yeni sendikacılık[2] anlayışının, en belirgin özellikleri, Türkiye’de Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) kavramı ile ifade edilen ve Yön Dergisi çevresinin savunduğu akımda görülmektedir. Yeni sendikacılık anlayışından etkilenen bu gibi çizgilere, Birleşik Sendikal Hareket (BSH), bir yıl öncesine kadar varolup yasal olarak da tanınma mücadelesi veren ama şimdi ortadan kalkmış olan Birleşik İşçi Sendikacılığı (BİS) ve benzer bir eğilim içinde olan yeni ‘Türkiye Komünist Partisi’nin İşçi Konseyleri deneyimleri örnek verilebilir. Biz bu örneklerden BSH dışında kalanlarını ele alıp inceleyeceğiz. Çünkü bu örnek, kendisini, geniş olarak THS’nın argümanları ile ifade etmeyi seçmiştir. THS’nın dışında yeni olarak söylediği bir şey de yoktur. Şimdi ortadan kalkmış ve PTT direnişinin örgütlenmesinde aktif rol almış olan BİS ise, tekil bir örnek olarak şimdi yaşamıyor olsa bile, sendikal anlayış örneği olarak, yeni sendikacılık zemininde ortaya çıkmış bir örnektir ve bu örneğin kendisi benzerlerinin ortaya çıkabileceğini kanıtlamaktadır.
Birbirinden ne kadar farklı geleneklere ait siyasi çizgiler olurlarsa olsunlar, bu çizgilerin savundukları sendika anlayışlarının dayandıkları varsayım ve kabuller, esas olarak aynı iki kaynaktan beslenmektedir ve bu yüzden, yeni sendikacılık başlığı altında sokulmalarında bir sakınca yoktur.
1. Kapitalizmin gelişimi ve ekonomik sürecin tahliline yönelik yanlış saptamalar –ki bunlar küreselleşme söyleminin tezlerine dayanır– yeni sendikal anlayışların dayandığı varsayımların birinci kaynağını oluşturmaktadır. Kapitalistlerin işçi sınıfına karşı mücadelelerinde ileri sürdükleri argümanlardan hiç de farklılaşmayan yeni sendikacılık anlayışının varsayım ve kabulleri, sınıf mücadelesinin araçları olan sendikalara yönelik olarak geliştirilebilecek bütün örgütlenme ve mücadele stratejilerini baştan yanlış temellere mahkum etmektedir. Yeni sendikacılık anlayışı, kapitalistlerin, geçici ve kısmi olan eğilimler üzerinden geliştirdikleri öznel bir stratejiyi, mutlak ve tarihsel eğilimlerin zorunlu sonucu olarak değerlendirme yanlışı üzerine inşa edilmiştir.
2. Dayandıkları felsefi arka plan ve dünya görüşüne, en genel olarak da savundukları sosyalizm anlayışının sendikal alana uyarlanmasına ait varsayım ve ön kabulleri yeni sendikal anlayışları besleyen ikinci kaynağı oluşturmaktadır. Bu varsayım ve ön kabuller ise, a- Sendikal hareketin krizi, b- Kapitalist üretimin yeni stratejisi ve kapitalist üretimin değişimi, c- İşçi sınıfının yeni nitelikleri ve yeni işçi sınıfı, saptamalarına dayanan gerekçeler ekseninde ifadelendirilmektedir.
Bu varsayımlar üzerine inşa edilen tez, sendikaları demokratik halk muhalefetinin merkezi, daha da ötesi halk iktidarının özneleri olarak değerlendirmeye varabilecek mantıki kurgular içerdiğinden, (çoğunca da bu sonuca varıp, siyasal bir söyleme dönüştürdüğünden) işçi sınıfının mücadelesini baştan sakatlamakta, dayandığı sınıfsal zemin ve savunduğu ideoloji nedeniyle, ekonomik ve en fazlasından demokratik mücadelenin araçları olabilecek sendikal örgütlülüklere, siyasal iktidar mücadelesinin görevlerini yüklemeyi denemektedir.
Yeni sendikal anlayışlar, bundan önceki dönemde köylülük ve küçük-burjuvazinin, emek vurgusu ekseninde işçi sınıfı ile buluşturulması ile geliştirilen bir tür halkçılığın, bu iki kesimin kapitalizm şartlarındaki yıkımı ve bunun sonucunda genişleyen işçi sınıfının çok parçalı ve karmaşık yapısı içinde, kendisini yeniden var etme koşullarını yaratabilecek varsayımları temel almaktadırlar!
Bu iki kaynaktan aldığı verileri, kendi sınıfsal duruş ve sosyalizm savunularına göre harmanlayan siyasi çizgiler, düşünce ve yöntem tarzında bir dizi yanlışı birleştirerek bir yönteme de ulaşmış oluyorlar. İki yönlü olan parça bütün ilişkisinde, ağırlıkların keyfiyen değerlendirilmesine neden olan bu yöntemsel yanlışa, hem felsefi kavrayışları, hem de eklektik ideolojik duruşları izin vermektedir. Esas olarak küçük-burjuva bir zeminden, kapitalizmin işleyiş yasaları ve marksizmin sınıf bilgisi dışında tahliller geliştirmeye izin veren bu yöntem, yanlış bilginin üzerine doğru görülen bir teori inşa etmeye izin verdiği için tercihi kolaylaşmaktadır. Çünkü ulaşılmak istenen sonuç, dayanılan sınıfsal çıkarlara göre düzenlenmektedir Bir ikinci tercih nedeni ise, sınıf merkezli demokrasi ve sosyalizm anlayışına olan uzaklıklarıdır ki, bu da doğrudan dayanılan sınıfsal tabanla ilişkilidir.
Sol ve sosyalist saflarda, kapitalizmin, sosyalizmlerin yıkılmasından sonraki yöneliminde beliren eğilimlerin bir ya da birkaçının mutlaklaştırılması sonucunda sorgulanmadan benimsenen ve yukarıda iki madde olarak açıkladığımız (yazının devamında ayrıntılandıracağımız) varsayımlar, gelişmenin bütünü yerine ikame edilmiş, mutlak kabul edilen bu eğilimin tersine, farklı yönlerden etki eden eğilimler analizin içine dahil edilmemiştir. Bu eğilimlerin bir ya da birkaçının, kapitalist ekonomik sistemin, nesnel düzeydeki gelişmelerinin varacağı (engellenemez) mutlak sonuçların belirtileri olarak değerlendirilmesi; yine bu gelişmelerin ortaya çıkması, belirmesi sürecinde öznel olanı ve işçi sınıfının iradesini yok sayan bir mantığın ve düşünüşün ürünüdür. Bu düşünüş, sınıf mücadelesinin dengelerince doğrudan etkilenen sermaye birikim politikaları gerçeğinin aksine, bu politikaların oluşturulmasında sınıfsal dengeler ve sınıf mücadelesinin, kapitalistler tarafından hiç hesap edilmediğini ön kabul almaktadır. İşçi sınıfının gücü ve örgütlülüklerinin zayıf ya da kuvvetli olmasını göz ardı eden ve bu faktörü, kapitalizmin bugünkü eğilimlerinin üzerinde etkisiz kabul eden anlayışlar, esas olarak sınıfsallık faktörü tarafından belirlenen ekonomik-politik stratejileri, ekonomik yasallık düzeyinde gelişen mutlaklıklar olarak değerlendirmekte ve bu nedenle de, sosyalizmlerin yıkılmasının doğrudan ürünü olan öznel, arızi ve geçici olan koşulları nesnel, mutlak ekonomik kaçınılmazlıklar diye vaaz etmekte; toplumsal gerçekliği ve bu gerçekliğe temel oluşturan sınıfsal yönelim ve politikaları sakatlamaktadır.
Kapitalizmin geçirmiş olduğu evrimin işçi sınıfının niteliği ve yapısında karşılıklı olarak değişikliklere yol açtığı ve açacağı gerçeğinden hareketle, bunun geri dönülmez bir şekilde olumsuz siyasal sonuçlara ulaşacağını varsayan bu anlayışlar, nesnel süreçleri mutlak, kaçınılmaz ve kendinden menkul bir şekilde değerlendirmektedir. İşçi sınıfının mücadele, örgütlülük ve bilinç faktörünü, gelişmeler üzerinde etkisiz eleman olarak görüp kapitalizmin değişimini nesnel bir süreç olarak mutlaklaştıran; bu değişimin sonuçlarını veri alıp, sendikal anlayışı bu zemin üzerinde tanımlamak yolunu seçen yeni sendikal anlayışlar, işçi sınıfının şu anki (geleneksel diye tanımlanan) sendikal örgütlülüklerine olumsuz yaklaşmakta, bu örgütlülükleri bürokrasinin kaleleri olarak değerlendirmekte ve geleneksel olarak tanımladığı sendikalar ile bu sendikaların örgütlediği işçi sınıfının belli kesimlerine mesafeli ve hatta giderek düşmanca bir tutum takınabilmektedir. İşçi sınıfının geleneksel sendikalarını, ekonomik mücadele örgütlülüğü anlayışının dışına çıkmamak, demokratik ve siyasal olanla ilgilenmemek ve ekonomizmle suçlayan yeni sendikacılık anlayışı, bu varsayımlar üzerinden tezlerini geliştirdiği için nesnel süreçleri, kendinden menkul ve mutlak olarak değerlendirdiğinin farkına varamamakta; büyük üretim birimlerinde örgütlü olan sendikaları, içinde bulundukları durumdan dolayı, toptan işçi aristokrasisinin örgütlülükleri olarak değerlendirmektedir. Belki de bu nedenden ötürü sınıf mücadelesinde en devrimci konumlanışın, geleneksel sendikacılık olarak değerlendirdikleri bu yapılar karşısında savundukları yeni sendikacılık anlayışının yaşama geçirilmesinin ürünü olacağı ileri sürülmektedir!
Büyük üretim birimleri ve fabrikalarda örgütlü sendikaları, kapitalizmin genişleme döneminin bir parçası ve onun ürünü olarak değerlendiren bir ön kabul, yeni sendikacılık anlayışı tarafından esas alınmaktadır. Yeni sendikacılık anlayışı, geleneksel sendikacılığı, talebin bir unsuru olarak işçi sınıfının daha fazla ücret almasına, buna dayanarak da örgütlülük ve ücret sendikacılığına izin verilen refah ve genişleme döneminin bir ürünü olarak değerlendirir. Bu dönem boyunca sistem açısından tahammül edilebilir örgütlülükler olarak değerlendirildiği varsayılan geleneksel sendikacılığın işlevinin, içine girilen dönemde değiştiğini ileri süren bu ön kabule göre artık sendikalar, işçi sınıfının genişleyen yapısı içinde az sayıda ayrıcalıklı ve aristokrat işçinin, sınıfın bütünü karşısındaki konumlanışlarını ve sınıf bürokrasisini temsil etmektedir. Yeni sendikacılığa göre, kapitalizmin rasyonelleri içinde büyük ölçekli üretimin ekonomik (kârlı) olmadığı bir momentte bulunulmaktadır. Büyük üretim birimleri parçalanmak yoluyla işletmeler küçültülmekte, merkez kapitalist ülkeler emek yoğun sektörlerden kurtulmak ve gelişmiş teknolojilere ve yeni ekonomiye hakim olan sektörlere yönelmek için büyük üretim birimlerini parçalara ayırarak küçülmektedirler. Çokuluslu firmaları, bundan önceki dönemde okyanustaki büyük gemilere, şimdi ise ırmaktaki küçük ama süratli teknelere benzeten yeni sendikal anlayışlar, bu küçülme ve parçalanmayı, ekonomik rasyoneller temelinde açıklama tercihindedir. Tabii bu değişim de doğrudan işçi sınıfının yapısı ve kapitalizmin coğrafyasında dağılımı noktasında değişimlere yol açmaktadır. İşsizlik yaygınlaşmakta, hizmet sektöründe yığılma artmakta, kitlesel üretim yerine esnek ve sipariş üzerine, stoksuz- yalın üretim ikame edilerek geleneksel mavi yakalı işçi sınıfı tasfiye edilmektedir. Bütün bu gelişmelerin sonucunda işçi sınıfının genişleyen yapısı karşısında, sorumlulukları artması gereken sendikalar, gelişen ve karmaşıklaşan sorunlar karşısında aciz kalmakta, sınıfın bütününe karşı sorumluluklarını yerine getirmemekte, sorumsuz davranmakta ve hatta sendikasız, örgütsüz, sigortasız ve her türlü güvenceden yoksun olarak çalışan ve sürekli genişleyen kesimler karşısında, kendi ayrıcalıklı konumunu korumak ve sürdürmek dışında bir sendikal politikayı tercih etmemektedir!
Gelişmelerin, dünya çapındaki sınıfsal dengelerin büyük altüst oluşunun, sosyalizmler sonrası dönemin bir sonucu olarak gerçekleştiğini telaffuz etmeden, bu yönelimin kapitalizmin kendi karlılık ve ekonomik gereklerinin bir ürünü olduğunu ileri süren yeni sendikacılık anlayışı, küçük ve hareketli işletmelerin, yeni ekonominin ve karlılığın bir gereği olarak geliştiğini düşünmektedir. Geleneksel sendikacılığın mutlak olan bu gelişme karşısında tutunma ve işçi sınıfının bütününe yönelik politika geliştirme şansı da bulunmamaktadır. Zaten eski tip sendikacılar, konumları ve ayrıcalıklarını, kendilerini kuşatan işçi sınıfının bu en geniş ve en zor durumdaki geri kalanlarına rağmen korumak dışında bir stratejiye de sahip değildir!
Yeni sendikacılık anlayışını savunanlar, bilerek ya da bilmeyerek, yeni ekonomi’nin zaferini ilan edenlerle aynı argümanları kullanmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu anlayış, kapitalistlerin geçici ve kısmi olan eğilimler üzerinden geliştirdikleri öznel stratejilerini, mutlak ve tarihsel eğilimlerin zorunlu sonuçları olarak değerlendirme yanılsamasındadır.
Yukarıda ileri sürülen argümanlar, kuşkusuz, görüntünün bir parçasını, yüzlerce eğilimden bir kaçını ifade etmektedir. Ama ne görüntünün bütünü ve kendisidir ne de ifade ettiği gerçeklik, sınıfsal mücadele zemini dışında gelişen ekonomik rasyonellerin sonucudur. Ama bu eğilimlerin özellikle burjuvazi tarafından abartılarak ön plana çıkarıldığı, gelişmenin yönünü belirleyen mutlaklıklar olarak vazedildiği bilinmektedir.
Gelişmelerin yönünü teknolojik determinizmin saptadığına yönelik olarak önemli bir vurgu içeren, tarih bilgisi açısından sakat olan bu anlayışlar, yaşanmakta olan değişimleri bütünlüğü içinde görememektedirler. Bütün bu gelişmeleri yeni ekonomi’ in gerekleri olarak değerlendirmekte ve bilim dışı sonuçlara varmaktadırlar.
Yeni sendikacılık anlayışlarının kendilerini temellendirdiği varsayımların ‘yeni ekonomi’ anlayışı ile benzeştiğini belirtmiştik. Yeni sendikacılığa göre, kapitalist üretim büyük ölçekli olmaktan giderek küçülmekte, küçük birimlere bölünmekte, sanayi çevreye kaydırılmakta ve hatta ekonomik karlılık, bilgi üretimine, bilgi teknolojilerine dayanmaktaydı. Bu ise üretimin temelinde işgücünün değil bilginin, giderek daha fazla yer almak yoluyla işçi sınıfını tasfiye ettiğini, bu nedenle de büyük ölçekli üretimin gereksizleştiğini ileri sürmek anlamına gelmektedir. İşçi sınıfının tasfiye edildiğini ve teknolojinin, bilginin, robotların üretim sürecinde işçilerin yerini aldığını ileri süren yeni ekonomi, merkez kapitalist ülkelerde işçilerle kapitalistler arasında gelişen mücadelelerde, makinelere ve robotlara rağmen işçileri tercih ettiği için kapitalistlerin taltif edilmesini beklemektedir! Eğer buna rağmen işçiler uzlaşmayı seçmezlerse üretim birimlerinin ucuz işgücü sunan çevre ülkelere kaydırılacağı, böylelikle de yüksek işgücü ve çevresel maliyetlerinden kurtulacakları yönünde tehditlerini sınıfa karşı kullanan kapitalistler, bütün bu tezlere dayanarak, sınıfın pazarlık ve mücadele gücünü zayıflatabilmişlerdir. Mantıki çıkarımını, sonul olarak, üretim sürecinde işgücünün yerini bilginin aldığı savına vardıran yeni ekonomi’nin, işgücünün üzerinden yaratıldığını bildiğimiz artıkdeğerin, ekonominin temeli olmaktan çıktığını savunmak gafleti dışında bir kıymet-i harbiyesi yoktur. İleri teknoloji üreten ve bir web sayfası üzerinden e-ticaret yapan firmaların egemen olup belirlediği ileri sürülen yeni ekonomi savunusunun kalp atışlarının izlendiği ABD’deki Nasdaq endeksinin hızla inişe geçmesi ve Bush iktidarı ile birlikte gelişen şirket iflasları, peşi sıra bütün homurtuları ile çalışmaya başlayan silah ve savaş sanayi, ekonominin temelinde bulunan şeyin saf sofistike bilgi değil, doğanın dolaysız tahribi ile birlikte en dolaylı olanından en doğrudan olanına kadar mutlak bir işgücü sömürüsü olduğunu bir kez daha herkese gösterdi. İşgücünün yerini bilginin ve robotların almakta olduğu savı ise, işçilerin yerine hiçbir makinenin ya da bilginin kar, faiz ya da ranta temellik eden artıkdeğeri üretemeyeceği, yani kapitalizmin sınırları gerçeğine çarpıp durmaktadır.
Kuşkusuz ki, yeni ekonominin tezlerinin bir çoğunundan etkilenen yeni sendikal anlayışların savundukları, gerçeğin bir yönüyle ilişkilidir; bu açıdan da kısmi olarak geçerlilik arz etmektedir. Örneğin, ağır sanayi denen ve esas olarak mutlak artıkdeğer sömürüsünün geçerli olduğu, çevreye zararlı işkollarının, kademeli olarak perifer ülkelere kaydırıldığı bir gerçektir. Bir eğilim olarak bu gelişme, kapitalizmin tarihi boyunca hep olagelmiştir. Ucuz işgücünü (işgücü sömürüsünü) esas alan kapitalizmin, kendi doğasından kalkarak, yeni sağ ideolojilere (ve tabi görmek isteyenlere de), verdiği bir yanıt olarak sürekli yinelen bu gelişme, işçi sınıfının gücü ve örgütlülüğünün zayıfladığı koşullarda, yeni ekonominin tezlerine zemin hazırlayabilmiştir. Kuşkusuz bu tarihsel eğilim, kapitalist rekabetin doğasından kaynaklanmaktadır. Bu gelişme, bir bütün olarak işçi sınıfının ağırlıklarının, kapitalist rekabet ve işbölümüne göre değişmesi dışında bir anlam taşımamaktadır. Geri ve doğaya zararlı teknolojilerin çevre ülkelere kaydırılması, ‘merkez ülkelerde sanayi üretimi kalmamıştır ya da bu eğilim sürerse kalmayacaktır’ yönündeki söylemlere temel oluşturmuştur. Oysa ki söylendiğinin aksine, göreli artıkdeğer sömürüsü ve ileri teknoloji, bu nedenle de eğitimli, kalifiye işgücü gerektiren üretim birimlerinin, çevreye kaydırılması gibi gelişmeler değil, üretkenlik (işgücü sömürüsü) artışlarına göre yeniden düzenlemeler söz konusudur. Kuşkusuz, esas olarak bu gelişme, bir bütün olarak sınıf mücadelesinin dengelerinin kökten değiştiği sosyalizmlerin yıkımı sonrasında gerçekleşmiştir. Bu yeniden düzenlemeler ekseninde, çokuluslu firmaların dev tesislerinde bir daralma olabilmekte, ama esas olarak aynı mekanda olmasa da şirket bünyesinde çalışanlar çoğalmaktadır.
Merkez kapitalist ülkelerdeki bu yeniden yapılanma, dünyada sosyalizmler sonrası altüst oluşun belirlediği sınıf mücadelesi koşullarında kapitalistlerin sahip olduğu en avantajlı konumlarda gerçekleşmektedir. Bu düzenlemelerde de karlılık esastır. Firmalar, kendi bünyelerinde istihdam etmeleri gereken işgücünü ve işin belli bölümlerini, başka ülkelerdeki uzmanlara sipariş edebilmekte böylelikle de ucuz işgücü sağlayarak maliyetleri düşürmektedirler. Örneğin ABDli bir uçak firması, uçağın belli bölümlerinin dizaynını başka ülkelerdeki uçak mühendislerine tasarlatmak yolunu seçebilmektedir. ABDli bir uçak mühendisinden on kere daha ucuz bir Rus uçak mühendisi, firmanın tercihi olmaktadır. Ama uçak fabrikasını başka ülkelere kaydırmak, daha ciddi ve riskli bir tercih olduğu gibi ekonomik olduğu tartışmalı bir karar olacaktır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yine, çokuluslu bir yazılım firması, Hintli ya da Çinli mühendisleri çalıştırmak tercihinde olursa, işin bu bölümünü, çalıştıracağı bir ABDli mühendisten yedi kez daha ucuza getirebilmektedir. Bunun için Hintli ya da Çinli mühendisi ABD’ye, yani işin yapıldığı ülkeye yerleştirmesi de gerekmemektedir. Her alanda yapılan mimari çizim ve tasarımlar için Macar, Filipinli ve Şilili bir mimar, aylık 250 dolara çalışırken, ABDli bir mühendis 3 bin dolar alabilmektedir. Çokuluslu bir mimarlık ya da benzer firmalardan biri çevre ülkelerdeki mimarlara sipariş vermiş olsun! Macar, Filipinli veya Şilili mimarlara ısmarlanmış çizimler, bu mimarlar tarafından kendi ülkelerinde tamamladığına göre, bu durumda yeni ekonomi savunucularının, mimari tasarımın konusu olan yapıların, yine sırasıyla Macaristan, Filipinler ya da Şili’de gerçekleştirilmesini savunmaları gerekmez mi?
Tartışmayı şöyle sürdürmek mümkün ve yararlı olacaktır. Yeni ekonomi savunusunun bu tezinin, bir bütün olarak yeni ekonomi savunularının merkezinde duran ABD ekonomisinin, örneğin neden, Hazar çevresi petrolü ve doğalgazını Orta Asya’dan güneyde Karaşi limanı yakınlarına inen paralel iki boru hattıyla, önce Afganistan sonra da Pakistan topraklarından (ki hala güvenli bir bölgeye ulaşılmış olmuyor) geçirdiği, riskli ve sancılı bir hammadde stratejisi geliştirmiş olduğunu açıklaması olanaksızlaşmaktadır. Yeni ekonomi savunusuna göre, varolan fabrikaları hammadde kaynaklarının yanına taşımak gerekmez mi? Üstelik yapılan onca siyasi, askeri ve teknik masrafın da, bu kararla gereksizleşeceği ortadayken! Bu durumda, ilgili üretimin sonuçlarını sanal ortamda istediği noktaya taşıyabilmenin avantajlarını kullanmaktadır. Bu durum üretilen her şeyin ve dünya ekonomisinin belirleyici üretim alanının, bilgi, bilişim, yazılım ve bilgisayar teknolojileri olduğu anlamına gelmez. Ama bir meta olarak bilgisayarın üretimi, üretim sürecinde kullanılan yazılım programları, başta üretim malları üreten sektör olmak üzere, tüketim malları üreten sektöre ve hizmet sektörlerine yardımcı materyal sağlamaktadır ki bu durumda bilgisayar ya da bilgisayar üzerinden yapılacak işin mahiyeti, esas üretim sürecinin akış, organizasyon ve kontrolü dışında, üretilen metanın, üretilmesinde bilgisayarın da kullanıldığı metanın niteliğinde bir değişiklik yaratmamaktadır. Bu durumda bilgisayarın, kazma kürek, çekiç vb alet ve edevattan daha hayırlı bir gelişme ve keşif olduğu, ama nitelik olarak üretim sürecinin organizasyonunu değiştirip üretkenlik artışı sağladığı ama üretim sürecinin amacı haline gelen bir farklılığı temsil etmediği unutulmamalıdır[3].
Bütün bu örneklerden çıkarılabileceği gibi, çokuluslu şirketlerin ve üretim birimlerinin, gelişen koşullar ve değişen sınıfsal dengeler içinde yeniden yapılanmaya gittikleri doğrudur. Ama bu hiçbir şekilde çalışanların sayısının azaldığı ve üretimin niteliğinin kökünden değiştiği anlamına gelmemektedir.
Bu gelişmeleri, dünyanın bugüne kadar görmediği şeyler olarak değerlendiren yeni ekonomi savunusu (yeni sağ da denebilir), sınıf mücadelesinin koşulları gerektirdiğinde kapitalizmin doğasında varolan eğilimlerin, ağırlıklarının artırılarak kapitalistler tarafından uygulamaya sokulabilmesini, kapitalizmin çehresini değiştiren tamamen orijinal, gelişmeler olarak sunmaktadır. Kendisi gibi değerlendirme yapmayanları gerçeği ıskalamakla ve üstelik kendi savunuları karşısında geliştirilen her türlü tezi yanlış olmakla suçlayan yeni ekonomi tezleri, ne yazık ki yeni sendikacılık anlayışını savunanlarca muhatap alınabilmiş, daha doğrusu, yeni sendikacılık anlayışı bütün bu suçlamalara karşılık verme sürecinde inşa edilmiştir. Yeni ekonominin tezlerine yanıtlar üretilmeye çalışılırken yapılan en temel yanlış ise, bir çeşit teknolojik-ekonomik determinizme düşülmesi olmuştur. Bu yanlışın kaynağında, ekonomi-politik biliminin, burjuvazinin sözcülerince iktisat disiplinine dönüştürülürken geçirdiği evrimin en temel özelliği bulunmaktadır. Bu özellik ise, kuşkusuz sosyal bir bilim olarak sınıflar temelinde açıklamaları esas alan ekonomi-politiğin yerine, bilgiyi ve gerçeği, nesne ile nesne, insan ile nesne arasındaki ilişkilere hapsedip bu alanda arayan ve bunları nesnel mutlaklıklar olarak vazeden iktisadın kavramları ile düşünülmesidir.
Kapitalizmin karlılık üzerinden üretimi örgütlemesi, üretim sürecinin akışını bir araya toplaması, mekansal olarak bir araya getirmesi ise büyük üretim birimlerinin ortaya çıkmasını, büyük üretim birimlerinin örgütlenmesini zorunlu kılmıştır. Kapitalist rekabet ve karlılık üzerinden oluşan kapitalist üretimin haritası, değişen sınırlara sahip olmakla birlikte, bu esneklikte esas karlılıktır. Ekonomik akılcılık açısından karlılığı belirleyen ise, işletmenin büyüklüğü ya da küçüklüğü olmaktan çok bunun da arkasında yatan işgücü sömürüsü ve bu açıdan üretim sürecinin organizasyonudur. Bu açıdan, kapitalist üretimin tarihi boyunca aynı mekanda gerçekleştirilen büyük ölçekli üretim birimlerine doğru yol alınmış olması ve kapitalist üretimin böyle bir mekansal temelde gelişmesi tesadüf değil, karlılığın gereğidir. Ama işte tam da bu nedenden ötürü, bir araya gelen işçiler, her günkü pratik varoluşları içinde ve üretim süreci içindeki konumlanışları ile kapitalizmin mezar kazıcıları olarak bilenip durmaktadırlar! Kapitalizmin krizlerinin temelinde yatan, üretimde canlı emeğin yerine cansız emeğin, makinelerin, sürekli olarak artan bir şekilde ikame edilerek kullanılması ile, (sermayenin organik bileşimi düşük olan ve daha çok mutlak artıkdeğer sömürüsü temelindeki) geri teknolojiye dayanan üretim birimlerinin, merkezden çevreye kaydırılması gibi iki faktörün, bir tarihsel durakta birleşmesi, kapitalizmi farklı bir hareketlenmeye itmiştir. Bu hareketlenme, sosyalizmden ve onun bir sonucu olan sosyal devlet gerçeğinden kurtulan kapitalizmin, her biri ağırlaşarak gelen dönemsel krizlerine acil yanıtlar üretme isteğinin, daha öncekilerden farklı olarak bu sefer, sınıf mücadelesinin kendi lehine ve ağırlıklı olarak değişmesi koşullarında ve bir an önce karşılanması isteğinden kaynaklanmıştır. Üretime yönelik değişimler, bu koşulların (tarihsel durak) tanımından çıkarılmalıdır. İşçi sınıfının ve sosyalizmin kazanımları bir bir geri alınırken, işçi sınıfının örgütlülüğünün kapitalist sömürüyü sınırlandırması gerçeğine tahammül edilememekte ve bu yüzden sınıfın gücünü oluşturan birliği her düzeyde parçalanmaya çalışılmaktadır. Bu saldırıya karşı yanıt geliştirilebilecek en uygun mevziler, doğal olarak büyük ölçekli üretim birimleri olmakta, bu nedenle ekonomik karlılık hesapları elverdiği ölçüde, mekansal bir parçalanmayı hedefleyen kapitalistler, taşeronlaşma ve bunun tamamlayıcılarından esnek üretim temelinde yeniden yapılanmaya gitmektedirler.
Sigorta, sendika ve iş güvencesi, kapitalistler için yüksek işgücü maliyeti demektir. Bu açıdan yüksek işgücü maliyetleri, uzun bir mücadelenin kazanımlarındandır ve sınıfın işgücü sömürüsünü sınırlandırması anlamına gelmektedir. Kriz koşullarında, işgücü sömürüsünü artırmak dışında esas olarak bir seçenek yoktur ve işçi sınıfının örgütlülüklerine saldırılabilecek en uygun tarihsel ortamı yaşayan kapitalizm, bu fırsatı kendisi açısından en iyi şekilde değerlendirmektedir. Üretimin parçalanması, farklı bölümlere ayrılmasının, görece karlı olduğu alanlar, işkolları vardır. Ama parçalı, dağınık, büyük ölçekli olmayan üretimin karlı olduğu ya da olacağı yolunda kanıtlanmış hiçbir çalışma olmadığı gibi bilindik böyle bir deneyim de yoktur. Kapitalistler, işçi sınıfının örgütlü yapılarını ve kazanılmış haklarını tasfiye etme sürecinde başvurdukları bu yolu ekonomik değil, siyasi olarak tercih etmektedirler. Bu nedenle de örneğin, işçi sınıfının her türlü birliğini parçalayıp, daha da ötesi kazanılmış bütün haklarını tasfiye ettiklerinde, eğer bunu bir de kültürel, ideolojik ve psikolojik boyutta pekiştirebilirlerse, sınıf mücadelesinde, neredeyse mutlak bir hakimiyet kurmuş olacaklardır. Oysa ki işte tam da bu noktada, karlılık ve kapitalist rekabet onları tekrar işçi sınıfını aynı çatı altında, büyük ölçekli üretim temelinde örgütlemeye yöneltecektir. Aksinin olması için hiçbir gerekçe icat edilmiş değildir.
İşçi sınıfına saldırı bütün şiddeti ile sürmekte, sınıfın birliği sürekli darbeler almakta, işçi sınıfının bütün kazanılmış haklarının tasfiyesi anlamında esneklik ve taşeronlaştırma politikaları bütün hızıyla sürdürülmektedir. Ama bunlar, hedeflediklerini mutlak olarak gerçekleştirebilecek politikalar değildir. Kapitalistler ne kadar parçalarsa parçalasın, farklı bölüntülerini ne kadar birbirinden yalıtırsa yalıtsın işçi sınıfı sürekli genişlemekte ve bu da amaçlanın tam aksine sınıfın birliğinin yeni imkanlarını devreye sokmaktadır.
Büyük ölçekli üretimin tasfiyesi, geçici, lokal ve dönemseldir. Mutlak olan ise işçi sınıfının sürekli büyüyüp genişlediğidir. Sınıf mücadelesinin olumsuz koşullarında bile sınıfın örgütlülüğünün parçalanması kolayca gerçekleştirilememektedir. Sınıfın her türlü güvenceden yoksun, sigortasız, sendikasız büyüyen ve genişleyen kesimlerinin, sınıfa saldırıdan kurtulabilmiş ve bu nedenle de karşı saldırının ilk tahkimatlarının yapılması gereken elde kalan örgütlülükleri, her türden burjuva kuşatmaya teslim etme lüksleri yoktur.
Sosyalizmlerin yıkılması ve sınıf mücadelesinin gerilemesinin geçici ve göreli koşullarının sonuçlarını mutlak olarak değerlendirip, işçi sınıfının yapısının kökten değiştiğini ve bunun da karşı koyulmaz mutlak eğilimler olduğunu savunmak, tarih bilimini sınıflar mücadelesi dışında kabul etmek anlamına gelir ve bu görüş kabul edilemez.
Yeni sendikacılık başlığı altında topladığımız görüşlerin arasında vurgu farkları ve ağırlıkların değişik noktalara kaydırılması dışında temelden bir fark olmadığı görülebilir. Yeni ekonomi savunusunun argümanları ile etkileşim farklılığının kökeninde kuşkusuz, ‘siyasi akımların niteliklerini her düzeyde belirleyen ideolojik ve sınıfsal dayanaklarının komünizmden farklılaşması’ bulunmaktadır. Yeni sendikacılık savunusunun beslendiği ikinci kaynak olarak belirttiğimiz ‘felsefi dayanak ve sosyalizm savunularının’ bu yazıyı aşan boyutlarda irdelenmesi gerekmektedir. Ama, sendikal alandaki politikalar ve bu politikalardaki farklılaşmaların niteliği ya da tersinden bu politikalarda ortaklaşmanın, paralel politikalar savunmanın ne anlama geldiği ve bu anlamların siyasal düzeydeki karşılıkları, mutlak olarak bu politikalarla doğru orantılı olmayabilmektedir! Sendikal politikalardan siyasal sonuçlar çıkarmak için, savunuların sahiplerinin görüşlerinin, diğer tamlayanlarla birlikte ele alınması zorunludur. Tek başına sendikal politika çok şeyler ifade edebileceği gibi, siyasal düzeyde çok yanlış çıkarımlara da zemin hazırlayabilir. Bu açıdan, yeni sendikacılık savunusu yapan farklı çevreler farklılıklarını oluşturan nedenlerle çok değişik noktalar ve ağırlıklardan seçtikleri, gerçeğe ait olmakla birlikte kısmi olan görüntüler ve olguların üzerine, kendi siyasal bütünlerine hizmet edecek şekilde inşa ettikleri tezlerini, politik çıkarımlarını ifade etmeye yaradığı ölçüde sendikal politika oluşturmak açısından da kullanmaktadırlar.
Yazının başında bu savunuyu paylaşan çevreler sayılmış ve bir çok noktada ortaklaştıkları vurgusu yapılmıştı. Şimdi hem ortaklaştıkları hem de ayrıştıkları noktalarda bu yeni sendikal anlayışları ele alacağız. Bunlardan en tipik ve tezlerini en uç siyasi sonuçlarına kadar takip eden siyaset olarak Yön çevresi görülmektedir. Bu çevrenin savunduğu ‘toplumsal hareket sendikacılığı’, bu savunu diğerlerini aşan boyutlarda ve ‘yeni sendikacılık’ anlayışının bütünlüklü olarak somutlandığı en açık örneği oluşturduğu için ilk olarak değerlendirilecektir.
Yön dergisinde dile getirilen sendikal anlayış ve politikalar, kendileri tarafından ‘toplumsal hareket sendikacılığı’ adı altında kavramlaştırılmaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerinde gelişen yeni emek hareketlerinin, Brezilya’dan, Güney Afrika’ya, Güney Kore’den Filipinlere ve Hindistan’a kadar uzanan bir çeşitlilik oluşturduğu ve buralarda ortaya çıkan yeni sendikal hareketlerin kendilerini toplumsal hareket sendikacılığı kavramı ile ifadelendirdiklerini ise şöyle belirtmektedirler.
“Bu kavram, teorik bir model oluşturmaktan çok, farklı ülkelerde yaşanan deneyimlerin’ ortak yanlarına vurgu yapmak ve yeni sendikal hareketleri, geleneksel olandan ayırmak için kullanılıyor. Ancak nasıl tek bir sınıf ve kitle sendikacılığı modeli olmadıysa, tek bir ‘toplumsal hareket sendikacılığı’ modeli de yoktur ama bütün bu deneyimlerin paylaştığı ortak bir perspektif vardır.” (www.ths.org)
THS kavramını, dünya yüzeyinde gelişen çok geniş deneyimlerin ortak yanlarına vurgu yapmak için kullanan Yön çevresinin tezlerini, daha önce belirttiğimiz yeni sendikacılık anlayışını besleyen ikinci kaynakla aynı başlıklar altında ele almak mümkündür. Sırasıyla, a- Sendikal hareketin krizi, b- Kapitalist üretimin yeni stratejisi ve değişimi, c- İşçi sınıfının yeni nitelikleri ve yeni işçi sınıfı. Tabii Yön çevresi esas olarak bütün gerekçelerini, sahip olduğu bir sosyalizm savunusuna ve bu savunu açısından ölçüp biçtiği ve ona göre örgüt modelleri oluşturmaya çalıştığı bir sınıf tanımına göre belirliyor. Bunları sırasıyla ele alalım.
a. Sendikal hareketin krizi daha geniş bir toplumsal ölçekte tanımlanan ‘emek hareketi’nin krizi ekseninde ele alınmaktadır. Bu kriz ise, ‘sosyalist blok’un çöküşü ile açıklanmamalıdır.’ ‘Sendikal krizin tek başına ortaya çıkan bir olgu olmadığını’, ‘emek hareketinin, daha genel olarak ezilenlerin toplumsal hareketlerinin krizinin bir parçası’ olduğunu ise,
“Çünkü aslında ‘sosyalist blok’un çöküşünün dünya çapında yarattığı esas etki, sermayenin emeğe yönelik genel saldırısını biraz daha hızlandırmak ve krizin siyasal sonuçlarını bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak oldu. Gerçekteyse, özellikle 1990’larda tüm çıplaklığıyla görülebilen kriz, 20 yılı aşkın süredir biriktirilen bir dizi olgunun tarihsel sonucuydu.” (agy)
şeklinde açıklamaktadırlar. Emek hareketi kavramı ile çok geniş bir yelpaze tanımlanmakta ve sendikalar emek hareketi içinde bir parça olarak değerlendirilmektedir. Sendikaların, reformizme teslim olması, kendilerine dayatılan ‘öz savunma eyleminden, yani sermayenin egemenliği karşısında işçi sınıfının düzen karşıtı bağımsız mücadelesinden vazgeçme’ koşulunu kabul etmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu teslim olmuş sendikalar ve onların kadroları, yeni bir sendikal hareketin önünde en büyük engel olarak değerlendirilmektedir. Ama tersi olsa bile, yani sendikal demokrasinin olduğu, mücadeleci, militan sendikacılığın bulunduğu ve yönetimde olduğu koşullarda bile, sendikal krizi yaratan nesnel koşullar, sendikal etkinliği engellemektedir. Çünkü,
“bu olumluluklar, krize neden olan nesnel gelişmeler karşısında bir direnç yaratmaya yetmiyor.” (agy)
şeklindeki açıklama ile, bugün kapitalist üretimin aldığı biçimin, kapitalistlerin üretim biçimini nesnel temellerde değiştirdiklerini kabul etmektedir. Krize neden olan nesnel gelişmeler, kapitalist üretimin yapısından kaynaklanmakta; bu gelişmeler karşısında işkolu düzeyinde örgütlülüğü ve örgütlülüğün temeli olarak işyerlerini, fabrikaları temel olan sendikacılık geçersiz, çaresiz ve niyetsiz olarak değerlendirilmektedir.
b. Kapitalist üretimin yeni stratejisi ve kapitalist üretimin değişimi karşısında, düzen sendikacılığı ile, sınıf ve kitle sendikacılığı akımının ana gövdesi direnememiştir. Bu nedenle de, ‘üretimin sermaye tarafından yeni bir temelde örgütlenebilmesinin yolunu açmışlardır’ Bu açıdan sınıf ve kitle sendikacılığı çizgisini, doğrudan karşıya alıp karşı çıktığı gibi bir görünümün oluşmasından rahatsızlık duyan yeni sendikacılık anlayışı, sınıf ve kitle sendikacılığının, işçi sınıfının
“... cinsiyet, din, dil, ırk, milliyet farkı gözetmeksizin bir bütün olarak ve bağımsız sınıfsal çıkarları temelinde örgütleme ilkesinin kendisi değil ama, bu ilkeyi gerçekleştirme biçimi -özellikle işçi sınıfının değişik bileşenlerini; örneğin çalışan işçilerle işsizleri bütünleştirmede eskimiştir ve yeni dönemin koşullarına uygun biçimde yeniden oluşturulmalıdır. Sınıf ve kitle sendikal anlayışının yeniden oluşturulmasında yeni bir örgüt yapısı, mücadele tarzı ve örgütlenme programı gibi unsurlar kritik bir önem taşımaktadır.”
saptamasında bulunmaktadır. Aslında sınıfın bir bütün olarak örgütlenmesi ile işyeri ve işkolu düzeyinde ve bu temelden kalkarak, mümkün olabildiğince aynı doğrultuda birliğinin sağlanması perspektifi, sınıf ve kitle sendikacılığının temelinde yatan düşüncedir. Ama bu birlik, örgütsel biçimlerden öteye, bu biçimler üzerinden sermaye ve onun örgütlülüklerine karşı, sınıf mücadelesi ekseninde gerçekleştirilebilir. Bu açıdan sınıf ve kitle sendikacılığı, kendini işyeri ve işkolu düzeyinde tanımlamak noktasında başlayan ve buradan kalkarak farklı düzeylerde inşa edilmesi gereken bir birlik anlayışının ürünüdür. Bu anlayış da, yeni sendikacılıktan farklı bir sosyalizm ve felsefenin ürünüdür.
Tamamen yeni bir işçi kitlesiyle karşı karşıya olunduğunu ve bu kitleyi geleneksel sendikal çizgilerin örgütleyemeyeceğini savunan yeni sendikacılık, geleneksel sendikacılık anlayışına bürokratlaşma, işçi sınıfını satma, düzenle uyumlaşma, işbirliği gibi bir sürü olumsuzluğu –ki bunlar büyük oranda gündemdedir- yükleyip, yeni işçi kitlesinin yeni bir sendikal yapıda ve harekette örgütlenmesini zorunlu görmektedir. Yeni sendikacılık anlayışının dayandığı toplumsal taban, işçi olmaktan öteye halktır. Çünkü işçi sınıfı çok katmanlı yapısı ile halk ile özdeşleştirilmektedir.
“Yeni bir sendikal hareket ise yeni örgütlenme ve mücadele biçimleri anlamına gelir. Bu süreçte sınıf ve kitle sendikal anlayışının olumlu mirası, yeni sendikal harekete aktarılmalıdır. Yeni sendikal hareketin yaratılmasında belirleyici dinamiğin yeni işçi kitlesi olduğu ise asla unutulmamalıdır.
......ikisi arasındaki fark öz olarak temel alınacak işçi sınıfının bileşiminin/yapısının değişmiş olmasından kaynaklanıyor. Sınıf ve kitle sendikacılığı, büyük ölçekli işyeri temelinde örgütlenen işkolu sendikaları olarak gelişmişken, “toplumsal hareket sendikacılığı”, işyeri ve işkolu sınırlarının dışında, işçi sınıfı çalışanıyla işsiziyle bir bütün olarak, aileleriyle ve diğer halk katmanlarıyla birlikte örgütleyen ve mücadeleye yönelten organlara dayanıyor.”
Bu tanımın, işçi sınıfı kavrayışı açısından sorunlu olduğu, işçi sınıfını ezilenler kategorisi dışında algılama şansının olmadığı anlaşılmalıdır. İşçi sınıfı üretim süreci temelinden kalkarak değil, ezilenler kategorisi ve eşitsizlikler çerçevesinde tanımlanmaktadır. Aslında bunun bir gerekçesi de sosyalizm anlayışından kaynaklanır. Sosyalizmi üretim süreci temelinde değil de farklılıkların bir arada yaşayacağı ve eşitsizliklere karşı olma noktasında tanımlayan bu anlayış, işçi sınıfı içinde bir ayrım yapma taraflısı değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu kavrayış biçim, küreselleşme söylemi ve ideolojisinin savlarını doğru olarak kavrayan bir yerden konuşmaktadır. Kendileri de bu gerçeği kabul etmektedirler.
“... Bu çerçevede, ‘toplumsal hareket sendikacılığı’nı, sınıf ve kitle sendikal anlayışının, yeni sermaye stratejisine bağlı ‘küreselleşme’ koşullarındaki dönüşmüş biçimidir, şeklinde tanımlamak mümkündür.” (agy)
c- THS’na göre, geleneksel işçi sınıfı yapısının parçalanması nedeni ile ortaya çıkan yeni işçi sınıfı kitlesi örgütsel bir temel olarak kabul edilirse, devrimci bir içerik kazanılacaktır. Bu kesim ise, işkolu düzeyinde ve büyük fabrikalarda örgütlü olanlar temelini değil, küçük atölyelerde, enformel sektörlerde, evde, mevsimlik, geçici, taşeronda çalışanlarla işsizlerin oluşturduğu bir kesimdir.
“Yeni işçi kitlesini oluşturan atipik, sigortasız, sendikasız, sanayi sitelerinde, küçük atölyelerde, hizmet sektöründe vb. çalışan işçilerin örgütlenmesine yönelik çözümlerin, ‘toplumsal hareket sendikacılığı’nın ayırt edici yönünü oluşturacağı açıktır. Bu anlamda, yeni işçi kitlesinin, örgütlenmede ‘temel’ alınması doğru olan yaklaşımdır. Bundan, sınıfın geleneksel kesimlerinin örgütlülüğünün önemsizleştiği değil, yeni işçi kitlesi örgütlenmeksizin ve mücadeleye seferber edilmeksizin yeni bir sendikal hareketten söz edilemeyeceği anlaşılmalıdır.” (agy)
Bütün bunlar da bir mahallede, bir bölgede yaşadığı için, sendika örgütlenmesi mahalle ve bölge temelinde gerçekleştirilmelidir.
“Sendikal hareketin mahalli örgütlenme biçimleri, yerel dayanışma sandıkları, işçi/sendika evleri, tüketim koopreratif1eri, mahalle dernekleri, mahalli işçi komiteleri ve konseyleri vb. olarak gerçekleşmektedir.” (agy)
Açıktan işkolu sendikacılığı reddedilmez ama bu kabul, fabrikanın ve o işkolunun yoğun olarak bulunduğu mahallin örgütlenmesinin bir parçası olduğu ölçüde bir kabuldür.
“Bu yaklaşım işkolu sendikalarının reddedilmesi değil, işlevlerinin ve çalışma biçimlerinin değişmesi anlamına gelir. İşkolu sendikaları bile olsa, bunlar hedef kitleye/bölgeye yönelik olarak ortak ve kolektif bir örgütlenme programıyla hareket etmektedirler. Bu örgütlenme anlayışı konfederal örgütlerin önemini ve rolünü arttırmaktadır.” (agy)
Bu noktada, sendikanın ve bu temelde örgütlenmek istenen emek hareketinin nitelikleri ve işlevleri ile ilgili siyasi maruzat ortaya çıkmaya başlamakta daha doğrusu açıkça ifade edilmektedir. Yön dergisi çevresi, içinden geldiği geleneğin bütün kavramlarını olduğu gibi devralmış ve yeni duruma bire bir uygulamakta ayak diremektedir. Giderek direniş komiteleri mantığı yeni oluşan toplumsal kompozisyona, sendikacılık ve emek hareketi kavramı üzerinden giydirilmeye çalışılmaktadır.
“İşyerinin sendikal örgütlenmenin tek zemini olarak görülmemesi, işyeri örgütlülüğünün önemsizleşmesi anlamına gelmez. Aksine ‘toplumsal hareket sendikacılığı’nın bütün örneklerinde, öncelikle güçlü bir işyeri örgütlenmesinin sağlandığı görülüyor. Bu işyeri örgütlülükleri işyeri- komite ve konseyleri vb. biçiminde ortaya çıkıyor. İşyeri örgütlülükleri arasındaki ilişki ise bölge komitesi, genel grev komitesi gibi örgütlenmelerle sağlanıyor. Bununla birlikte işyeri örgütlülüklerine dayanan sendikal hareketin, ancak mahalli sendikal organlarla bütünleşerek gerçek bir toplumsal hareket oluşturabilmesi de yine bu deneyimlerin ortaya koyduğu bir olgudur.” (agy)
“İşçi sınıfının ortak ve militan mücadele tarihinin yarattığı komite ve konseyleri deneyiminin ‘toplumsal hareket sendikacılığı’ çerçevesinde yeniden tanımlanması zorunludur. Bugünkü koşullarda ‘komite ve konseyler’in sadece işyeri temelinde tanımlanması eksik bir yaklaşım olacaktır. Kuşkusuz işyerinde oluşacak komite ve: konseyler, yeni bir sendikal hareketin ve gerçek bir işçi demokrasisinin temel yapı taşları olmaya devam edecektir. Bununla birlikte yeni örgütlenme biçimlerine paralel olarak komite ve konseyler kavramının bölge ve mahalleyi de kapsayan bir temelde yeniden tanımlanması gerektiği de açıktır.” (agy)
İşçi sınıfının mücadele ve örgütlülük açısından en ileri unsurlarını çoğunca büyük üretim birimlerinde örgütlü olan, modern sanayi proletaryası oluşturmuştur. Bugünkü hak ve özgürlüklerin temelinde de büyük ölçüde bu kesimin geçmiş mücadele ve örgütlülük deneyimleri bulunmaktadır. Kuşkusuz bu kesim, mücadelesinin sonuçları açısından en çok hak ve kazanımı elde eden ve sınıfın geri kalanına göre daha örgütlü olmasının meyvelerini toplayan bir kesimdir. Bu kazanımlarını sınıfın geneline ve genel olarak toplumsal tabana yaygınlaştıramadığında ise kazanımlarının burjuvazi tarafından geri alınmak üzere katlanılan maliyetler statüsünde değerlendirildiğini bilmesi gereken sınıfın bu kesimi, ne yazık ki bu bilgiye doğuştan sahip değildir. Bu bilgi sınıf bilincinden kaynaklanır ve bu bilincin taşıyıcısı, her koşulda onun siyasal örgütlülüğüdür. Modern sanayi proletaryası bu bilginin sürekliliğini, öncü siyasal örgütü üzerinden sağlar. Ama örneğin, bunun gibi olmayan ve kendi doğrudan deneyim ve gözlemleri ile edinebilecekleri bir bilgi vardır ki bu da ne yazık ki yeni sendikacılık anlayışının savunucularının unuttukları türden bir bilgidir: İşçi sınıfının ayrıcalıklı olmakla suçlanan sendikal anlamda örgütlü olup büyük ölçekli birimlerde çalışan kesimi, sınıfın geri kalanına göre ne kadar iyi durumda olursa olsun, sonuç olarak en çok sömürülen kesimini oluşturmaktadır. Komünist siyasal örgütlülüğün, ekonomik düzeyin örgütü olan sendikalardan işlev açısından haylice farklı, nitelik açısından ise apayrı bir örgütlülük olması, siyasal örgütün, bu bilincin eylemli taşıyıcı olmasından kaynaklanır. Eylemli ve örgütlü taşıyıcılık ise, her iki düzeyin örgütlerinin işçi sınıfı zemininde gerçekleşmesinden ötürü iç içe geçmiş durumları ortaya çıkarır. Bu durumların iç içe geçmesi, örgütlülüklerin birbirine karıştırılması sonucunu verirse, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinin araçları ve işlevleri karıştırılmış olacaktır. THS savunusu bu karmaşaya düşülmesinin bir sonucu olarak da şekillenmektedir.
“Bütün bu özelliklerin ortak sonucu, sendikal hareketin ekonomik, politik ve ideolojik mücadelenin bütünselliği üzerine oturtulmasıdır. ‘Toplumsal hareket sendikacılığı’, işçi sınıfının bir bütün olarak, diğer ezilen halk kesimleriyle mücadele birlikteliği içinde, sermaye sınıfına ve devlete karşı saflaştırmayı ve ekonomik-demokratik talepleri siyasal taleplerle bütünleştirmeyi hedeflemektedir.” (agy)
Geleneksel sendikacılık çizgisi, işkolu düzeyinde örgütlü işçilerin ekonomik ve demokratik haklarını geliştirme mücadelesinin, sınıfın politik örgütünün mücadelesine eklemleme perspektifiyle sınırlı olmakla suçlanmakta ve bu sınırın aşılması çabası olarak THS
“... Sermaye iktidarını geriletme anlamında, ülkedeki demokrasi mücadelesinin temel taleplerini savunma; emekçi halk iktidarına yönelme anlamında, işçi sınıfının ve emekçi halkın yöneten olmasını öngören bir demokrasi anlayışının nüvelerini yaratma olarak özetlenebilir. Kuşkusuz bu yaklaşımın güncel gelişmelere bağlı olarak somutlaştırılması gerekir.” (agy)
Yeni bir toplumsal sistem olan sosyalizmi, üretim ilişkileri temelinde tanımlanmaktan vazgeçmemişsek eğer, işçi sınıfının öncü kesimlerinin mücadelesi ile kurulacak bir sistem olarak da tanımlıyor olduğumuzu ön kabul alıyoruz demektir. Öyledir çünkü, bir bütün olarak işçi sınıfının ürünü olacak sosyalizm, kapitalist üretimin ve artıkdeğerin yaratıcısı kesimlerin en örgütlü olduğu ve yeni bir toplumsal sistemi kurmaya en yetenekli bulunduğu alanlardan başlanarak örgütlenecektir. Bu açıdan komünist partinin işçi sınıfının öncülerinin örgütü olması, hem siyasal hem de ekonomik bir nitelik taşır ki, bu ikisi sürekli karşılıklı etkileşim içinde oluşan özelliklerdir. Siyasal olarak işçi sınıfının bazen bir kesimi bazen de başka bir kesimi hareketlenebilir ve zaman zaman işçi sınıfı hareketinin öncülüğünü yapabilir. Ama üretim sürecinin en örgütlü kesimi olması anlamında modern sanayi proletaryasının ekonomik, demokratik ya da siyasal düzeydeki eylemliliği ve hareketi, işçi sınıfının bütününü sürüklemek ve peşine katmak açısından olduğu gibi, aynı zamanda bu öncülüğü sosyalizmin kuruluşu için kullanmaya en ehil olanıdır da! Tarih modern sanayi proletaryasının başarılı eylemleri ile sınıfın genel durumunun iyileştirilebileceğinin örnekleri ile doludur. Ne yazık ki, bu öncülüğün sosyalizmin kuruluşuna kadar götürülmesinin tek örneğinin başarılı bulunmaması ve bu nedenle tarih ve teori kayıtlarından silinmeye çalışılması, yeni sendikacılığın koordinatlarına da sızmış bulunuyor. Sınıfın diğer kesimlerinin kısmi, geçici ve konjonktürsel eylemliliklerin, bu tanımlamaları aşan boyutlarda sınıfın bütününü peşinden sürüklemek, öncülük etmek gibi bir şansı, hele hele yeni bir toplumsal sistem olan sosyalizmi kurmak gibi bir olasılığı yoktur.
Sınıfın bütün kesimlerini tek düzeyde ve yatay olarak örgütlemenin modeli olan THS, federatif ve konfederatif düzeyde tanımladığı örgütlülüğü ile, halkçılığın yeni bir tanımına ulaşmaktadır. Kapitalizmin tarihi, sınıfın yenilgilerinin olduğu gibi zaferlerinin de tarihidir. Bu gelgitler içinde sendikalar bazen düzenle bütünleşmiş, mücadelenin yükseldiği koşullarda ise mücadeleci karakterleri ile belirmişlerdir. İşçi sınıfının homojen bir bütün olmadığı ve büyük fabrikalarda örgütlü kesimlerinin daha güçlü ve pazarlık imkanlarının daha iyi olduğu bir gerçektir. Buradan çıkarılması gereken kuşkusuz, neden bu fabrika işçilerinin daha fazla ücret aldıkları olmasa gerek! Oysa bir küçük-burjuva bu sonucu rahatça çıkarabilmekte ve bir sürü devrimci lafazanlığı da ihmal etmemektedir. İşçi sınıfının dağınık, geçici, küçük birimlerde çalışan kesimlerinin üzerinden oluşturulacak sendikal örgütlülüklerine yaslanarak, sisteme ve kapitalist sömürüye karşı bir demokrasi inşa etmeye kalkanlar, aslında küçük-burjuva eğilimleri üzerinden geliştirdikleri bir demokrasi anlayışına yaslanmakta ve oradan işçi sınıfı iktidarını merkeze alan sosyalizm anlayışına karşı yumruklarını sallayıp durmaktadırlar.
“...bir küçük-burjuva ahlakçısı, Proudhonvari bir yaklaşımla, işçi sınıfını iyi ve kötü yanlardan oluşan bir çelişki olarak görür. Ve kendince kötü bellediği yönü, yani modern sanayi proletaryasını görüş alanı dışına kovarak, böylece iyiliğe kavuşulacağını vazeder.
Bunlar Marx’ın dediği gibi, sentez olmayı arzularken birleşik bir yanılgıdan öte bir varlık sergileyemeyen Proudhon’lardır.” (Elif Çağlı, Büyüyen İşçi Sınıfı, s.12)
BİS, kendi varlık nedenini ekonomik yapıdaki köklü değişimler temelinde açıklamaktadır. Türkiye ekonomisinin nesnel dönüşümü BİS’in dayandığı, daha doğrusu hedeflediği işçi sınıfı kitlesini ortaya çıkarmıştır. 1980 sonrası Türkiye ekonomisinin içine girdiği dönüşüm, ithal ikameci birikim modelinin yerine getirilen ihracata dönük sermaye birikim modelinin geçirilmesi ve bu eksende işçi sınıfının geçirdiği evrim ya da işçi sınıfına dayatılanlarla açıklanmaktadır. Üretim maliyetlerinin düşürülmesi, emek yoğun sektörlerde emeğin değersizleştirilmesi,
“taşeron uygulamalarının artırılması, evde çalışmanın ortaya çıkışı, sözleşmeli çalışmanın yaygınlaşması, küçük ve orta ölçekli işletmelerinin sayısal artışına bağlı olarak sigortasız istihdamın kolaylaşması ve geçici çalışma biçimlerinin egemen hale gelmesi gibi olgular yeni sermaye birikim stratejisinin vazgeçilmez unsurları olmuştur.” (“Biz Kimiz, Hedefimiz Ne?” adlı BİS broşüründen.)
BİS, her şeye rağmen, Yön çevresinin THS’dan farklı olarak, şu doğru saptamayı da yapmaktadır.
“Bu noktada, enformelleşme sürecinin ölçeksel olarak büyümekle birlikte formel ekonomiyi besleyen bir karakter gösterdiğini ve bu ikisinin birbirleriyle çatışma halinde olan yapılar olmadığını belirtmek gerekiyor. Enformel ekonomide yer alan bir taşeron işletmenin veya ev işçisinin üretimini veya hizmetini formel nitelik gösteren işletme için gerçekleştirdiği çok açıktır. Dahası birçok üretim biriminde formel ve enformel özellikler bir arada gözlemlenmektedir.” (agb)
Daha sonra bu aktardığımız tespiti rakamlarla açıklamaktadır.
“Bu kabusun boyutlarını anlayabilmek için 1991 ve 1998 yılları arasında küçük ölçekli işletmelerin artış oranlarına bakmak yeterlidir. Söz konusu zaman zarfında 1 ila 9 işçi çalıştıran işyerlerinin sayısı yüzde 52 oranında artarken, 100 kişiden fazla sayıda işçi istihdam eden işletmelerin sayısı yalnızca yüzde 16 oranında artmıştır. Bu küçük işletmelerin halen hemen tamamı, ana firmaya mal ve hizmet tedarik eden taşeron firmalardır.” (agb)
“Türkiye’de sigortasız ve güvencesiz işçilerin sayısı yüzde 60’ların üzerindedir” tespiti yapan BİS, büyük sendikal konfederasyonları işgücünün yüzde 60’ını göz ardı etmekle suçlamakta ve
“Sendikalı üye sayısının günden güne gerilemesi bu konfederasyonların değil yeni işçileşen emek gücünün taleplerini savunmak, yıllardır kendilerine aidat ödeyen işçilerin haklarını bile korumaktan aciz olduklarını gözler önüne sermektedir. Konfederasyonların bu acziyetlerine daha yakından bakmak, BİS’in ortaya çıkışının gerekçelerini anlamayı kolaylaştıracaktır.”
saptamasını yapmaktadır.
BİS’e göre, 1952’de kurulan Türk-İş, gerçek bir işçi örgütü olarak kurulmamıştır. Sendikal mücadeleyi ücret mücadelesi ile sınırlamıştır. Bu yıllarda sendikanın ilgi alanındaki işçiler için, kırsal bağlantıları yeni kopmuş ve geçmişine göre işçilik koşullarının sunduğu imkanlar, bizzat işçiler tarafından mücadele edilmesi gereken değil, nimet bellenmesi gereken koşullar olarak değerlendirilmektedir. DİSK ise bu işçilik koşullarının bozulmasından daha çok, politik konjonktürün belirleyiciliğinde sınıf mücadelesine yönelmiştir. Bu anlatılan tarihsel dersler üzerinde ve yeni gelişen işçilik koşullarında BİS, kendisini,
“... yakın vadede, sigortasız, güvencesiz işçilerin ve işsiz işçilerin sorunlarını sendikal bir örgütlülük bünyesinde çözmeyi, uzun vadede ise yeni ve mücadeleci bir işçi hareketinin temellerini bu işçileri esas alarak atmayı hedeflemektedir....günün ihtiyaçlarına yanıt veremeyen geleneksel sendikaların yerine, gerek bu sendikaların tabanında bulunan muhalif sendikacılarla, gerekse de mücadeleci bir hattı benimseyen bağımsız sendikalarla birlikte Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni bir işçi sendikaları konfederasyonunun kurulmasının imkanlarını yaratmayı öncelikli görev olarak benimser.
Tüm bu perspektif ve ilkelerin ışığında BİS, temel sendikal anlayışını ‘sosyo-politik sınıf sendikacılığı’ olarak tanımlar”
diye ifade etmektedir.
Daha önceki yeni sendikacılık örneklerinden THS başlığında uzun uzun anlatılan tanıdık bir saptama da BİS tarafından yapılmaktadır.
“Böylesi bir alanda sendikal faaliyetin işyerinin sınırlarını aşması gerektiğini tespit eden BİS, çalışmalarını, emekçi semtlerini ve evleri de içerecek biçimde geniş bir zeminde yürütür.” (agb)
Sendikal perspektifini ekonomizme indirgemeyeceğini söyleyen BİS, “işçileri sermaye medyasının manipülasyonlarına karşı uyanık kılma hedefi doğrultusunda ve sermaye ile emek arasında gerçekleşen politik iktidar mücadelesinde emeğin yanında olma bilincini kazandırmaya dönük tartışma toplantıları yürütür” demek yoluyla, ekonomizme neden ve nasıl karşı olduğunu da anlatmış olmaktadır!
Sendikasızlığa, sigortasızlığa, kadın ve çocuk emeğinin sömürülmesine karşı mücadele veren BİS, aynı zamanda emperyalizmin neo-liberal politikalarına, sahte demokrasiye, emperyalist savaş yanlılarına karşı mücadele etmeyi kendine hedef olarak görmektedir. Buna da daha önce aktardığımız gibi ‘sosyo-politik sınıf sendikacılığı’ adını vermektedir.
BİS, enformelleşmenin, ölçeksel olarak büyümekle birlikte, formel ekonomiyi besleyen bir karakter gösterdiğini, “Enformel ekonomide yer alan bir taşeron işletmenin veya ev işçisinin üretimini veya hizmetini formel nitelik gösteren işletme için gerçekleştirdiği çok açıktır” şeklinde tespit etmektedir. Aslında bu tespiti yaparak, bir hatadan kurtulma şansını yakalayabilecekken, veri aldığı bu nesnel koşulların sınıf mücadelesinin öznel koşullarınca belirlenen bir nesnel çerçevede işlediğini belirtmeye kadar vardırmamaktadır. Kapitalistler için, üretimi ve bu temelde işçi sınıfını parçalama, işi ve iş akışını düzensizleştirme ve işçi sınıfını birbirinden yalıtık parçalar olarak biçimlendirme stratejisinin, küçük ve yalıtık üretim birimlerinin daha karlı ve akılcı olduğu saptamasından kaynaklandığını düşünmektedirler. Oysa ki bu tercih, işçi sınıfının örgütlülüğünün kapitalistlere yüklediği üretim maliyetlerinin karşısında, üretimin böylesi parçalanması nedeniyle katlanılan maliyetlerin görece daha küçük olmasının ve uzun vadede işçi sınıfının birliğinin ve örgütlülüğünün bu sayede dağıtılmasının getirisinin, onlar için paha biçilmez değerde olmasından kaynaklanır. BİS, zaten enformel sektörlerin esas olarak formel sektörler için çalışanlardan oluştuğunu söyleyerek gerçeğin esas olan yönü ve görüntüsünü de yakalamış olmaktadır. Ama bunu değil de, geçici olan durumu veri alıp, bunun üzerinden bir örgütlenme stratejisi geliştirmiş olması, yenilgiyi kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir. Bu açıdan, ne kadar mücadeleci ve ne kadar inatçı olursa olsun, bu anlayış yeni sendikacılık akımının içinde bir yerde durmaktadır. BİS, kuşkusuz bir yerlerde, geleneksel sendikacılık anlayışı içinde tariflediği yapıların, büyük ölçekli üretim birimlerinde çalışanların ve onların sendikal örgütlülüklerinin kuşatılması ve kendilerine getirilmesi gerektiğini de söylemektedir. Kendi zemini olarak kabul ettiği düzensiz, sendikasız, geçici ve taşeron çalışan geniş kitlenin, işyerlerinden başlayarak yaşadığı bölgelere kadar uzanan bir alanda varlık kazandırılması gereken sendikal bir zeminde örgütlenmesi gerektiğini ve ancak böyle bir örgütlülüğün, şu anda burjuvazi ile uzlaşmış olan ve geleneksel sendikaları kuşatacağını ileri sürmektedir.
Ürettiği politikalara pek dahil etmemiş olsa da BİS, bütün olarak kendi zemini olarak gördüğü yeni işçi kitlesinin, birbirinden yalıtık olsa da büyük üretimlerini sürekli büyüten formel işletmeler için gerçekleştirdiklerini de kabul etmektedir. Kısacası, küçük küçük dereler bilsinler ya da bilmesinler, sonuçta büyük bir ırmağa dökülmekte, ırmak da denize ulaşmaktadır. Çokuluslu şirketler için çalışanlar, onlar için üretim yapanlar ya da gelişmenin bu yönü karşısında giderek artan işsiz kitlesi, aslında nesnel gelişmenin ana karakterini oluşturmaktadır. Ama ne yazık ki BİS’in ürettiği politikalar bu nesnel gelişmeyi temel almadan üretilmiş olmaktadır.
Söylemeye gerek yok ki, büyük ölçekli üretimin içindeki işçi kesimlerini esas alarak kurulabilecek sosyalizm kavrayışının belirleyiciliğinde oluşturulmuş politikalar dışında hiç bir örgütlenme ve mücadele stratejisi, hiç bir yol ve anlayış, bugün dünden çok daha belirgin olarak dünya çapında bir ve bütün olma imkanları, bununla birlikte sorunları da artmış olan işçi sınıfına politika diye önerilemez.
TKP’nin sınıf hareketine ve sendikal alana bakışını[4], yeni sendikacılık anlayışlarının içine dahil etmekteyiz. Şimdiye kadar anlattıklarımız çerçevesinde, yeni ekonomi tezlerine karşı, küreselleşme karşıtı tezleri savunan TKP, THS ve BİS örneklerinin dayanakları ile aynılarını kullanmasa da, bu siyasi çizginin sendikal harekete bakışını belirleyen, sınıf üzerinden kendi politikalarını var etmek istemi, kendi politikalarına uyduğu ölçüde sınıfı telaffuz etmesi; kendi siyasi çizgisi ve politikalarını algılayamayan sınıfın bir hükmünün olmadığı ve burjuvazinin kuyruğuna takılarak kendilerini anlayamadığı yakınmasına sığınması sonucu, yeni işçi sınıfı hareketi ve sendikal örgütlenme anlayışını savunmasını getirmektedir.
1- İlk olarak 22-24 Haziran 2001 tarihinde Atina’da komünist parti temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen ‘Komünist Partiler ve Sendikal Hareket’ adlı toplantıya sundukları, “Devrimci Strateji, Parti ve Sendika” adlı tebliğ (ki o zaman SİP çatısı altında faaliyet gösteriyorlardı ve daha komünist parti olmamışlardı!) ile başlamak gerekiyor. Bu tebliğde ifade edilen bir yön, bu partinin eylemini merkeze alma anlayışıdır. Kuşkusuz parti, sınıfın eyleminin kendisi değildir. Ama parti sınıfın eylemine yön vermek, ona öncülük etmek için uğraşır. Bu açıdan,
“...Yeni solun siyasal mücadele ile ideolojik mücadele arasındaki bağlantıları koparan ve giderek ‘öncülük’ nosyonuna düşmanlık üreten yaklaşımları işçi sınıfı partileri ile işçi sınıfı arasındaki temas yüzeyinde bulunan diğer örgütlenmeler konusunu iyice karmaşık hale getirmiştir.” (Devrimci Strateji, Parti ve Sendika adlı makaleden)
“...İşçi sınıfı partileri, sınıf mücadelesinin bütün boyutlarına ilişkin bilinçli bir üretim ve müdahale merkezidir; üretim ve müdahale konuları arasında sınıfın ekonomik mücadelesi ve sendikal pratikler de vardır.” (agm)
şeklindeki vurgular yerindedir. Ama bu netlik, sendikal politikanın oluşturulması ve sınıf hareketinin en önemli faktörlerinden biri olması gereken sendikalar yerine, merkezi roller üstlenmesi için düşünülen ‘işçi konseyleri’ projesi oluşturulmaya başlandıkça karışacaktır. Bugün yaşanan önemli gelişmelerden biri olarak, hemen her ülkede sendikasızlaştırma ve sendikalı işçilerin görece ve mutlak olarak azalması eğilimine değinilmekte ve bu açıdan, yeni sendikacılık anlayışının veri tabanı olduğu gibi tekrarlanmaktadır.
“Bugün sendikalar Türkiye işçi sınıfının ancak yüzde 9 civarında bir kesimini kapsamaktadır. Yani sendikaların işçi sınıfını ekonomik kavga başlığında da temsil etme yetenekleri kalmamıştır. Türkiye işçi sınıfının yüzde 90’ları aşan kısmının sendikasız, sigortasız ve işsiz olduğu, üstelik sendikalarda kayda değer bir örgütlenme dinamiğinin bulunmadığı, tersine gerek düzenin gerekse egemen sendikacılığın, örgütlenme girişimlerinin önünü kestiği gözetildiğinde, sınıfın toplamının mücadeleye kazınılması için başka araçların projelendirilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.” (‘Siyasal Bir İşçi Hareketi İçin Çağrımızdır’ adlı makaleden)
Yeni sendikacılığın çizdiği genel çerçeve aynıyla tekrarlandıktan sonra, bu akımın diğer temsilcilerine oranla ekonomik gerekçelerle değil, öznel olarak kapitalistlerin tercihleri ile açıklanmaya çalışılmaktadır.
“... işçi sınıfını genel olarak örgütsüzleştirmeye dönük yürütülen bir saldırıda kapitalistlerin önemli başarılar elde etmesidir.” (Atina Tebliğinden)
“Bu duruma karşı mücadele ve işçi sınıfı hareketinin yeniden inisiyatifi ele alması, parti ile sendikalar arasındaki ilişkide bazı düzeltmelerin yapılmasıyla mümkündür” dendikten sonra, şunlar söylenmekte ve bir mantık kurgusunun ilk halkaları böylece inşa edilmeye başlanmaktadır.
“Bugün, birçok ülkede ‘partiyle sendikalara’ stratejisi öne çıkartılmak zorundadır. Komünist hareket son 10-15 yılda yaşanan geri çekilişe rağmen, yapısı gereği sermaye sınıfının saldırıları karşısında ideolojik ve siyasi açıdan sendikalardan daha fazla olanağa sahiptir. Kaldı ki işçi sınıfının sınırlarının genişlediği, sınıfın büyük bölümünün sendikal örgütlülükten yoksun kaldığı bir dönemde, sendikaları siyasi partinin temel toplumsal tabanı olarak görmek mümkün değildir.” (agm)
“Yapılması gereken, partinin sendikalı-sendikasız, faal-emekli, çalışan-işsiz, kalifiye-düz, okumuş-okumamış bütün emekçilere dönük yürüteceği özgün bir faaliyetin sonucunda sendikal yapıların da ayakları üzerinde doğrulmaları ve nihayetinde bir kez daha devrimci bir sınıf hareketinin yaratılmasıdır. ... Kısacası, işçi sınıfı hareketinin geleceği giderek güç kaybeden sendikal yapılara bırakılamaz.” (agm)
Sendikalara yeni üyeler kazandırmanın, “genç işçilerin örgütlü mücadeleden nefret etmeleri” ile eş anlamlı olduğunu söyleyen ve “sermaye sınıfının kontrol ettiği sendikaların birer mücadele aracı ve okulu olarak kullanılması mümkün değildir” saptamasından sonra, “O halde sendikaları da canlandıracak başka bir strateji devreye sokulmalıdır” yargısına varan TKP,
“söz konusu stratejiyi hayata geçirmek için ciddi bir hazırlık evresine girmiş ve sendikal yapılar içersinde olup da, bu yapıların içinde bulunduğu duruma şiddetle muhalefet eden unsurlarla birlikte bu stratejinin ana hatlarını oluşturmaya başlamıştır.” (agm)
Bu strateji, öncü olan TKP’nin siyasal ve ideolojik müdahaleleriyle yolunu temizleyen yeni bir sınıf hareketinin yaratılmasıdır şeklinde ifade edilmektedir. Bu sınıf hareketinin yaratılması ise,
“...ekonomik başlıklarla siyasi başlıklar arasındaki bağlantıyı daha başlangıçta kurmaya başlayan, işsizleri, emeklileri, teknik elemanları, hatta bazı sektörlerde öğrencileri kapsayan bir ölçekte bulunmaktadır. Bu ölçek bugünkü bürokratik sendikal yapıları sarsacak ve sendikaları yeniden sınıf mücadelesinin vazgeçilmez örgütleri haline getirecektir.”
Bu tebliğin ifade ettikleri açısından daha dile getirilmemiş olup sonrasında, ‘made in party’ damgası ile siyasal bir sınıf hareketi yaratmanın organları olarak sınıfta çalışmak üzere ataması yapılacak işçi konseyleri, her günkü tek düzeliği içindeki sınıf hareketinin şurasından ya da burasından, yani sınıf hareketinin içinden ürememiş; sınıf hareketinin beğenilmeyip, ona siyasal karakter kazandırılması için, komünistler tarafından icat edilmiştir.
“İŞÇİ KONSEY’İ yeni bir sınıf hareketi yaratmanın kolektif araçlarından biri olarak oluşturuldu.”
Ne yazık ki bu komünistler, şimdilik sınıfın bir haylice dışındadır! Belki de bu nedenle, bu cümlelerden sonra, temkinli olarak bir hatırlatma yapmayı ihmal etmemektedir.
“Tam da bu noktada konuşmanın başında vurguladığım ikinci düzlem önem kazanmaktadır: İşçi sınıfı partilerinin genel olarak sınıfla temas kuracakları toplumsal örgütlenmeler meselesi. Sovyetler, işyeri komiteleri vb. örgütlenmelerin devrimci mücadelenin özgün momentlerinde ortaya çıktığını biliyoruz. Dolayısıyla zaman ve mekan parametrelerinden bağımsız öznel kararlarla bu konuda adım atmak söz konusu olamaz. Ancak bu başlıklara kafa yormadan, bazı kanalları şimdiden açmadan bilinmez bir gelecekte ortalığı işçi sınıfının öz örgütlerinin kaplayacağını düşünmek de yanlıştır.” (agm)
Bugün de ortalığı işçi sınıfının öz örgütlerinin kapsadığını kimse söyleyemez. İşçi Konseyleri’nin de, işçi sınıfının değil, TKP’nin öz örgütü olduğunu belirtmek gerekir. Hem de yeni bir sınıf hareketi yaratmak için, sınıf içine yapılmaya çalışılan bir müdahalenin! Aslında, işçi sınıfının komünist partisi olduğu iddiasındaki bu parti, sınıf hareketinin, sınıfın her günkü mücadelesinin hiç bitmeyen; her gün ileri fırlaması, geri çekilmesi, uzlaşması, ihaneti, grevleri, direnişleri, beğenip beğenilmeyeceği komünistlere kalmamış eylemleri ile kendiliğinden sürüp giden, sınıfın şu ya da bu parçasının şu ya da bu kadar farkında olabildiği ya da olamadığı bir bilinç eşliğinde gerçekleşen bütün bu görüntü ve olguları beğenmemekte; kendisine, bu sınıfı değil, siyasallaşmış bir sınıfı layık görmektedir! Ama ne yazık ki sınıf şimdilik budur!... Kendi hareketinin bilincinde ve kendisine yeter olsa, partiye ne gerek var? Sınıfa gitmeden, sınıf dışında kotarılmış bir proje olarak kendinizi parti olarak ilan ettiğinizde, sınıfın sizin projelerinizi anlaması ve kabul etmesi dışında bir sınıf politikanız, bu perspektifin dışında bir sendikal anlayışınız da ne yazık ki olamaz! Bu nedenle TKP’nin sınıfın birliği ve bütünlüğüne ve mümkünse bir ve bütün olarak parti politikalarına desteğine ihtiyacı vardır. Tebliğ şöyle bitiyor:
“İşçi sınıfı hareketini atomize etmeye, onu parçalamaya dönük her tür girişime karşı bugün daha fazla parti ve sonra da daha fazla sendika diyoruz.” (agm)
‘Siyasal Bir İşçi Hareketi İçin Çağrımızdır’ makalesinde ise, şu saptamalar yapılmaktadır. 1. ‘İşçi sınıfı umutsuzdur. 2. Saflarında faşist ve gerici tahribat hat safhalardadır. Bu nedenle faşist ve gerici akımlara karşı mücadele güncel kavganın niteliklerinden olmalıdır. 3. En önemli saptamalardan biri olarak da Kürt emekçi dinamiği üzerine söylenenlerden oluşuyor. “Tarım reformunun Kürt illerindeki sonuçları ve metropollerdeki yoğun işsizlik ve yoksulluk Kürt emekçilerini sınıf mücadelesine taşıyacak ana kanallardır. Bu kanalların açık tutularak Kürt emekçi dinamiğinin işçi sınıfının mücadelesine kazanılması vazgeçilemez ve ertelenemez bir ihtiyaç olarak görülmelidir.” 4. “...genç işçiler bu ülkenin aydınlık geleceğinin ana taşıyıcısıdır....emekçi kadınların da aynı çerçevede ele alınması ve... kadın emekçilerin sınıf mücadelesinin taşıyıcı bölmelerinden biri haline getirilmesi zorunludur.” 5. Aydın ve sanatçılar Türkiye işçi sınıfının mücadelesinde buluşturulmalıdır... Meslek odaları ve dernekler bir bütün olarak işçi sınıfı mücadelesine kazandırılmalıdır.
Makalenin, ‘Sendikal Yapılanması İçinde Türkiye İşçi Sınıfı’ başlığında da bir çok saptama yapılmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir.
“Sendikal hareket dünyada bir süredir, işçi sınıfı mücadelesini sırtlayacak yapı olmaktan çıkmıştır. Kuşkusuz, her dönemde sarı sendikalar varolmuş ve sendikal harekette bir iç mücadele de yaşanmıştır. Ancak gelinen noktada, karşımızda ihanetin eğilimi veya potansiyeli değil kurumsallığı durmaktadır.”
“İlerici sendikal harekete yapılabilecek en büyük katkı, Türkiye işçi sınıfının sınıf mücadelesi içindeki konumunu politik ve ideolojik olarak güçlendirmektir. Bu müdahalede sendikal mücadele zeminini ihmal etmemek gerekir ancak bu zeminin dışında yeni alanlar inşa edilemediği durumda herhangi ciddi bir mesafe kat edilemeyecektir.”
Bu makalenin değişik alt başlıklarında, bütün bu konu ve gündemler karşısında işçi sınıfının pozisyonu tanımlanmakta ve sonuç olarak ‘Görev ve Sorumluluklarımız’ ifade edilmektedir.
“Sınıf Tavrı dergisi olarak, işçi sınıfının siyasete, siyasetin işçi sınıfına ekmek ve su kadar ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye işçi sınıfına daha etkili biçimde seslenmek ve ulaşmak için güçlü bir sınıf hareketinin inşa edilmesi gereğine inanıyoruz. Ülke emekçilerinin belki de tarihlerinde olmadığı kadar örgütlü hareket edişe, aydınlatılmaya, bilgilendirilmeye ve eğitilmeye ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bu üç ihtiyacın karşılanmasında, sendikalar ve meslek örgütü gibi kurumların işlevsizleştiklerini saptıyoruz. Sendikal tıkanmanın kendisini de aşmanın yolunu, yeni bir zeminde ve siyasal bir işçi hareketinin inşa edilmesinde görüyoruz. Bu mümkündür ve şu ya da bu düzeyde oluşmuş birikim, kat edilen mesafe böylesi bir görevin altından kalkmak için fazlasıyla umut vermektedir.”
Sendikal zemindeki tıkanmanın aşılması için ‘siyaset’i ön plana çıkaran, sendikal alan dışında kanallara vurgu yapan ve giderek, Kürt emekçi dinamiğinden, kadın ve gençlere, bunlardan, öğretmenler, eğitimciler, teknik elemanlar, hekimler, sağlık emekçileri vb ara kesimlerden olup proleterleşme sürecine girmiş kitlelere, işsizlere, tarım emekçilerine, aydın ve sanatçılara uzanan bir emek ve sınıf hareketi yaratmanın, siyaset düzleminde gerçekleştirileceği söylenmektedir. TKP, yeni bir sınıf hareketi yaratmanın stratejisi olarak işçi konseylerini, konseylerin toplumsal tabanı olarak da halk katmanlarını belirlemiştir. Bu amaçla
“İşçi sınıfının ancak kamucu ve yurtsever bir ideolojik bilinçle biçimlendiği ve bu doğrultuda bir siyasal kimlik edindiği ölçüde sınıf kimliği edinebileceğini.”
savunan ‘işçi konseyleri’ anlayışı, yeni sendikacılığın temel niteliklerinden birini daha ön plana çıkarmaktadır. Ekonomizme, yani,
“İşçilerin önce ekonomik bilinç ve mücadeleyle donanmaları, sonra siyasallaşacakları biçimindeki şablona” (agm)
karşıdır. Bu nedenle de.
“siyasal, ideolojik ve kültürel olarak donatılmayan emekçilerin temel hakları doğrultusunda kavga veremeyeceklerinin kanıtlandığı” (agm)
saptamasında bulunmaktadır. Sonuç olarak TKP’nin işçi konseyleri anlayışı,
“Türkiye’nin sosyalizme, sosyalizmin işçi sınıfına, işçi sınıfının sosyalist siyasete gereksinimi acildir. Yeni bir işçi sınıfı hareketi bunun için gereklidir. Sosyalizmin meşru ve güçlü bir seçenek olarak tüm toplumun ve emekçi kitlelerin önüne çıkarılması ile işçi sınıfının siyasallaştırılması bu sürecin iki temel kanalını oluşturuyor.” (Bildirge Taslağı)
demek yoluyla, bütün bir ilişkiler zincirini ters kurduğunu ifadelendirmektedir. Sosyalizmin işçi sınıfının öz eylemi olacağını ve işçi sınıfının gerçek kurtuluşunun komünizmle mümkün olduğunu kavrayan komünistler, Türkiye’nin sosyalizme ihtiyacını ifadelendirmek için değil, işçi sınıfının gerçek kurtuluşunun, ulusaldan başlayan ve enternasyonale giden bir yol olduğunu söylemeyi tercih etmek zorundadırlar. Kuşkusuz TKP, sosyalizm programını desteklemeyen işçi sınıfını ve onun beğenmediği hareketini by pas edip yenisini yaratmak istemektedir. Bu açıdan tıpkı THS ve BİS örneklerinde olduğu gibi, toplumsal zemin tarifini mahalle dinamiklerine kadar gevşeterek tanımlayabilmektedir.
“Sanayi işçisi çekirdeği çevresinde, işsiz ve yarı işsizleri informel sektör çalışanlarını, emeklileri, sigortasızları, ayrı ve özgün bir dinamik barındıran emekçi kadınları, mahalle dinamiklerini kapsayan birleşik bir hareket amaçlıyoruz....
İŞÇİ KONSEY’i...işçi sınıfı hareketini siyasallaştırmak....geniş işçi kitlelerini mücadeleye çekmek ve eğitmek amacıyla oluşturulan bir merkezdir.” (agm)
Sınıf mücadelesinin salt ekonomik-sendikal örgüt ve araçlarla yürütülemeyeceğini, ideoloji ve siyasette varlık gösteremeyen sınıfın yenilmeye yazgılı olduğunu ve
“Toplumsal kurtuluş, yalnızca üretim ve emek süreçlerinin somut ve çoğu kez ekonomik sonuçlarına karşı çıkılarak gerçekleştirilemez. Üretim maddi temeli üzerinde yükselen toplumsal ilişkilerin değiştirilmesinde temel kaldıraç siyasettir.
İşçi sınıfına toplumun bütününden gidilmesi, işçi sınıfının verili toplumun temel sorunlarıyla ilişkilendirilmesi, işçi kitlelerinin siyasal iktidarı hedefleyen bir mücadele içine çekilmesi bugünkü durumdan çıkışın temel hareket noktalarıdır.” (agm)
saptamasında bulunan TKP, daha önce de aktardığımız gibi, Kürtlerden kadınlara, gençlerden kır yoksullarına geniş bir kesimi, sınıf hareketinin ana gövdesi olarak görmekte ve bunlardan oluşturulacak siyasal düzeyde bir hareketi, daha doğrusu siyaset düzleminden müdahale ile yeniden yaratılacak bir sınıf hareketini
“İşçi sınıfı içindeki çeşitli katman ve kesimlerin, sınıf güçlerinin yan yana getirilmesinde bağlantı düzeyi siyasal örgütlenmedir. Sanayi işçisiyle kamu emekçisinin, teknik elemanla kent ve kır yoksulunun, çalışanla işsizin, sigortalıyla sigortasızın, sendikalıyla sendikasızın sınıfsal birlik ve dayanışması ancak Parti aracılığıyla kurulabilir.” (agm)
Peki, parti bunu nasıl gerçekleştirecektir. Bu sorunun yanıtı şöyle verilmektedir:
“Toplumsaldan ve siyasetten sınıfa, sınıftan siyasete kanallar açmak, partiyle sınıfı kaynaştırmak, yeni ve devrimci bir işçi hareketi oluşturmak yolunda İŞÇİ KONSEY’inde bir araya geliyoruz. Bu sürecin öncü gücü Parti’dir.” (agm)
Parti olmak, işçi sınıfı içinde bir güç olmayı, sınıfın organik bir parçası olmayı veri alır. Eğer parti iseniz, sınıfın içinde örgütlülükleriniz var demektir. Sınıfın eylemine öncülük edebilen, sınıf hareketinin bütün gelgitlerinde, komünizmi rehber edinen, öncü işçileri komünizm düzeyine, sınıfın genelini ise öncü işçilerin düzeyine yükseltmeyi amaçlayan bir perspektifiniz ve çalışma tarzınız olmalıdır. Ayrıca, komünistlerin beğenmeyip feshedecekleri bir sınıf hareketi anlayışı, projecilik dışında bir anlama gelmez. Sınıfın dışından ona politika götürmek ve sınıfın bu politikayı desteklemesini beklemek, burjuva politik tarz dışında bir şey değildir. Sınıfa dışarıdan götürülen şey ideolojidir ve üstelik bu bir kez böyle söylendiğinde bu durum kutsanmış bir gerçek olarak sürüp gitmez. Çünkü sınıfın görece dışında olan komünist parti, kendi kanalları ile toplumsalın içine girebilir ve oradan aldığı bilgileri, sınıfın çıkarları için yoğurur. Bunu ise sınıf zemininde yapar. Bu partinin oluşum dönemi ile ilgili bir ön kabuldür. Parti, ideolojinin üretiminde ve ideolojinin sınıfla buluşturulmasında merkezi ve en önemli araçtır. Partinin oluşması, örgütlerini işçi sınıfı içinde kurması anlamındadır ve böyle oluşmuş bir parti, her günkü sınıf hareketi ile muhataptır. İşçi sınıfını ve onun geliştirdiği hareketi beğenmeyip, sınıf hareketini yok saymak, yeni ve daha siyasal bir sınıf hareketinin yaratılmasını önüne hedef koymak, bir komünist partinin politikası olamaz. Sınıf hareketi iptal edilemez, dönüştürülür... Ne kadar geri ve kuşatma altında olursa olsun, sınıf hareketinin bugünkü durumunu beğenmeyen ve yeni bir sınıf hareketi yaratacağım diyen bir komünist parti, kendi varlık iddiasını tartışmak zorundadır. Aslında, sınıf hareketinin yönünün ve desteklediği politikaların karşısına, kendi politikalarını koyan ve sınıfın kendi politikalarını seçmesini, tercih etmesini talep eden bir siyasal oluşum olarak TKP’nin söylediği, ‘benim sınıfla bağım, sınıf içinde örgütlülüğüm işte bu kadar; ben politika oluştururum sınıf beni takip eder’ anlayışından başka bir şey değildir! Sendikal politikasını oluştururken de tamamen bu perspektif ve kaygı ile yani sınıf hareketini feshedip yeni bir sınıf hareketi, TKP’yi anlayacak bir sınıf hareketi oluşturmak isteği ile davranmaktadır.
Sınıf hareketinin geri çekilip mevzilerini kaybettiği, örgütlülüklerinin küçüldüğü ve güçsüzleştiği, hepsinden kötüsü, ideolojik olarak yenildiği, burjuva ideolojisinin çeşitli türlerinin etkisi altında kalmış bir işçi sınıfı hareketi gerçeği ile karşı karşıyayız. İşçi sınıfının nitelik değiştirdiği ve değerin kaynağının işçi değil bilgi olduğunu, bilginin ise, kapitalist üretimin yasalarından farklı süreçlerin sonucu yaratılıp üretim sürecine uygulandığını söyleyeninden, işçi sınıfına eskisi gibi ihtiyaç olmadığından sınıfın, üretim sürecinden gelen gücü üzerinden kullanacağı devrimci bir potansiyelinin kalmadığını iddia edenine kadar çok çeşitli görüşler gelişmiş bulunmaktadır. Hangi türden olursa olsun bu görüşler, işçi sınıfı merkezli bir iktidar ve devlet kavrayışından uzak olunması ya da uzaklaşılmasının sonuçlarıdır. Yeni sendikacılık tanımı ile anlattığımız görüşler ise, çok geniş bir yelpazede ifadelendirilebilmekte, bu çerçevede gördüğümüz çevre ve anlayışlar devrimci niyet ve sosyalizm amaçlarından azade bir şekilde, savundukları görüşler çerçevesinde pratik etkinliklerine devam etmektedirler. Kuşkusuz onları belirleyecek olan, devrimci niyet ve sosyalizme olan inançlarından önce pratik etkinlikleri olacaktır.
Emek sermaye çelişkisi uzlaşmaz karakterde sürdüğü ölçüde sınıf hareketi hep varolacaktır. Bu hareket, kendi bilinç ve örgüt biçimlerini yaratmaktadır ve yaratacaktır da. Bu uzlaşmaz çelişkinin çözümü için, işçi sınıfının bir parçası olan komünistlerin geliştireceği politikalar ve örgütlülükler ile iktidar hedefini programlaştırıp mücadeleye ve harekete politik bir nitelik kazandırılması, kendiliğinden süreçlerin akıntısına bırakılamaz. Bu nedenle, sınıf hareketinin her düzeyi ve bu düzeylere karşılık gelen örgüt biçimlerinde bulunmak, bu düzeylerin karşılıklı ilişkilerini kurup geliştirmek, harekete politik bir nitelik kazandırmak komünistlerin görevi olduğu gibi, hareketin her düzeyine dair bir duyarlılık ve katılım geliştirmek de zorunludur.
İşçi sınıfının yapısını ne gibi değişimler geçirdiğini ve niteliğini doğru saptayıp, buna göre mücadele örgüt ve biçimleri geliştirmek, burjuva ideolojisinin ve politikalarının doğru analiz edilip teşhirini de zorunlu kılar. Bu yapılamadığında, şu ana kadar işçi sınıfının en geniş birliğinin ürünü olarak var olagelmiş tarihsel kazanımların, sendika örgütlülüklerinin yıkımı ve sendikasızlaşmanın önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Komünist pratik faaliyet, bu mevzilerin sendika bürokrasisinden ve onların bozucu etkilerinden arındırılıp, mücadelenin ileri atılabilmesi için yeniden tahkim edilmesi, yaygın bir sendikalaşma mücadelesinin başlatılması için taktikler geliştirmelidir.
[1] İşçi sınıfının yapısal olarak değiştiği saptaması, işçi sınıfının niteliği değişmiştir türünden bir sav değildir. Bu yazı açısından esas olarak, üretim sürecinin organizasyonunun, teknik örgütlenişinin değiştirilmesinin sonucu olarak işçi sınıfının yapısındaki değişiklikten söz edilmektedir. Sektörel bileşim, kadın, erkek, çocuk işgücü, kafa kol emeği oranları işgücünün yapısına etki eden faktörlerden olduğu gibi, üretim sürecinin örgütlenişi, doğrudan bu faktörlere etki eden, belirleyen özellikleri ile öne çıkabilmekte, bu ise, işçi sınıfının ideolojisi, kültürü, alışkanlık ve gelenekleri ile olan ilişkisini olumsuz etkileyebilmekte, doğrudan örgütlülüklerini hedef alarak, sınıfı geri bilinç ve örgütlülük biçimlerine mahkum edebilmektedir. Sınıfın örgütlülük ve bilinç düzeyi, onun yapısal özellikleri arasında sayılmalıdır.
[2] Yeni sendikacılık kavramı, eski tip meslek örgütlülükleri ve vasıflı emek örgütlülükleri yerine sanayi devrimi ile kitleselleşen vasıfsız işçiler temelinde örgütlenen işçi sendikalarını ifade etmekteydi. Burada kullanıldığı anlamıyla, yeni sendikacılık kavramı ise, işkolu ve büyük üretim birimleri temelinde örgütlenen sendikaları geleneksel sendikacılık olarak ifade edip kendisini bunun karşısında kuran akımı ifade etmektedir. Bu sonucu üretmekle birlikte gerekçeleri ve ürettikleri bu sonuç üzerinden geliştirmek istedikleri toplumsal ilişkiler alanı olarak sosyalizm anlayışları çok farklılaşabilen anlayışları bir tek yeni sendikacılık kavramı altında toplamak, bu nedenle yanlış olmayacaktır.
[3] Yeni Ekonomi iddiaları konusunda ayrıntılı bir çalışma için: Temel Demirer -Cahide Sarı, “Yeni Ekonomiden Önleyici Savaşa... Veya Eski(meyen) Soru(nsal)larıyla ABD...” (Uzun Yürüyüş 62, Mayıs-Haziran 2003; Uzun Yürüyüş 63, Temmuz-Ağustos 2003)
[4] Bu partinin sınıf ve sendika anlayışını bir kaç belge üzerinden ortaya koymak ve bu belgelerin en son olarak ortaya koydukları programlarına nasıl yansıdığını göstermek gerekiyor. Bunlar sırasıyla şöyle:
1- 2001 tarihli, “Devrimci Strateji, Parti ve Sendika” adlı, (Atina) tebliğ.
2- Uğur İşlek, Sınıf Tavrı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, “Siyasal Bir İşçi Hareketi İçin Çağrımızdır”
3- “Yeni bir işçi sınıfı hareketi için BİLDİRGE” (taslak)
4- “Bildirge”
OCAK 2005
10
ÖNE ÇIKANLAR
NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?
SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME
Süha ILGAZ
Ütopya Yayınevi
KİTAPÇILARDA
Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.
İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER
Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.
GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’
Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.
İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER
Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.
SİTE HARİTASI
sayı 2 /
sayı 3 /
sayı 4 /
sayı 10 /
sayı 12 /
sayı 13 /
sayı 14 /
Tezkere /
Pakistan /
SDP /
Geçmiş: Kurtuluş / /
(formalı)
Anayasa /
Sovyetler Birliği / /
(formalı)
İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ
internet sitesi:
kurtulussosyalistdergi.awardspace.info
erişim sayfası:
kurtulussosyalistdergi.blogspot.com
elektronik posta:
kurtulussosyalistdergi@gmail.com